LOUVRE VE ANADOLU İZLERİ
Öğr.Gör. Kadir ŞİŞGİNOĞLU
KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi
Fransa
denildiğinde akla il gelen
Paris, Paris denildiğinde de akla
ilk gelen Eifel kulesi sonra Louvre
müzesidir. Paris Dünya fuarına (Paris
Expo) sembol giriş kapısı arayışıdır Eyfel Kulesi’nin inşa sebebi. Düzenli olarak organize edilen fuarın o yılı,
(1887-89 yılları) Fransız Devrimi’nin 100. yılına denk gelir. Yapımcı inşaat
firması Gustava Eiffel, Bilim ve Endüstri Çağının kutlanması ve devrimin
yüzüncü yaş yılı anıtı olarak yapıyı
sembolleştirmiştir.Kule yapımcısının adı
ile anılsa da siparişi
veren İsviçreli Maurice
Koechlin , kuleyi tasarlayan ise Stephen Sauvestre'dir.
Dünyanın en büyük
müzelerinden biri olan Louvre Müzesi
bir müzecilik ikonudur.Yılda 8.5 milyonun üzerinde ziyaretçisi
olan müzede Antik çağdan
başlayarak modern çağa kadar sanatın
bütün gelişmelerini görebileceğimiz otuz
beş binin üzerinde sanat
yapıtı bulunmaktadır.
Louvre Müzesi’nin tarihi 1190 yılında kraliyet adına Philip Augustus tarafından Louvre Kalesi'nin kurulmasına kadar dayanır. Bu kale Paris'in batı
yakasını gelecek çeşitli saldırılardan korumak amacıyla yapılmıştır. Kalenin
yıkılmasının ardından şimdiki Louvre'a ait ilk bina ise rönesans etkileriyle
mimar Pierre Lescot tarafından 1535'de yapılmıştır.1984 yılında kale
kalıntıları açığa çıkarılmış
müzenin altında sergilenmektedir.Louvre Müzesi şehrin merkezinde Seine Nehri'nin sağ yakasıyla şehrin
ünlü yerlerinden birisi olan Rivoli
Caddesi arasındadır. Büyük bir sanat destekçisi olan Kral IV. Henry
ise (1589-1610) ek olarak, o dönemde dünyanın en büyük ve uzun binası olan Grande
Galerie'yi yaptırmış, yüzlerce sanatçı ve ustaya bu binanın aşağı katlarında
yaşamaları için davette bulunmuştur.
1560'da Kraliçe Catherine Medici’nin başlattığı Denon Kanadı'nın inşası
XIII. Louis (1610-1643) tarafından
tamamlatmıştır. XIII. Louis tarafından sarayın kuzey tarafında yaptırılan
Richelieu Kanadı uzun süre boyunca Ekonomi Bakanlığı olarak kullanılmıştır.
Bakanlığın taşınmasının ardından yenilenen bölüm 1993'de; müzenin 8 Kasım
1793'te Fransız Devrimi'nden sonra halka ilk kez açılmasından 200 yıl sonra,
yeniden sanat galerisi haline getirilmiştir. Binanın III. Napolyon (1852-1857)
tarafından eklenen kanadı ise yeni-barok tarzın İkinci İmparatorluk dönemini
yansıtmaktadır ve detaylı heykellerle yüklüdür. Burada yürütülen yapım
çalışmaları 1876'ya dek sürmüştür. Louvre’un avlusundaki cam piramidin
öyküsü ise Eski Fransa Başkanı
François Mitterrand’ın önerisi ile başlar. 20.6 metre yükseklik, 35 m. Kare
tabanlı Piramit Çinli mimar, I. M. Pei
tarafından yapılmıştır. Piramidin altı Müzenin ana girişidir.
Yedi bölümden
oluşan müze uzun süre Ulusal Müzeler Direktörlüğü tarafından yönetilmiştir.Daha
sonra kendi kendini
yönetme hakkı kazanmıştır.Şu andaki müze Direktörü 2001
yılından beri görev yapmaktadır. Müzenin en yeni bölümü ise müzenin bahçesine
çatısı uçan halı şeklinde tasarlanmış
İslam Sanatları bölümüdür. Bir kısmı bağış alınarak 100 milyon Euro harcama ile
yapılan bölümde İslam eserleri sergilenmektedir. Bağışta bulunanlar arasında Kuveyt, Umman ve Fas ile
Azerbaycan da vardır. Suudi prenslerinden Velid bin Talâl kendi cebinden tam 20
milyon euro vermiştir.
Dünyanın en saygın müzelerinden biri
olan Louvre Arkeolojik eserler bölümünün oluşturulması sergilemelerindeki tutumu nedeniyle saygınlığına gölge düşürmüştür.Bunun nedeni Fransızların ve Louvre
Müzesinin Osmanlı İmparatorluğu coğrafyasında bulunan antik ve
arkeolojik eserlere olan yasadışı ilgisidir.Osmanlı
İmparatorluğunun zor yıllarında ekonomik , siyasi ve askeri ilişkilerin kolaylaştırılması adına yapılan
diplomatik baskılar sonucu kimi izinli kimi izinsiz kazılarda bulunan
çok sayıda eser Fransa’ya kaçırılmıştır.Fransızlar bununla da yetinmemiş
Türkiye’den 19. yüzyıldan itibaren çalınmış olan çok sayıda eseri satın almış
yahut bağış olarak kabul etmişlerdir. Şimdiye kadar mükemmel şekilde
korudukları bu eserleri şimdi “Louvre
Kolleksiyonu” diye sergilemektedirler. Sergilenirken
tabi ki Anadolu Eserleri Bölümü adı altında
sergilenmiyor. Eserler o dönemde
yaşanan kültürlerin bulunduğu
bölümlere yerleştirilmiş.İzlerken aynı toprağın kokusunu ve sıcaklığını hissettiğiniz
eserlerin altında bulunan açıklamaları
okuduğunuzda içiniz burkulabilir. Farklı tarihlerde müze ajanlarının Louvre’a kazandırdığı Anadolu kökenli eserlerden sergilenenler
şunlardır.
*MÖ
3. bine tarihlenen Anadolu mermer idolleri
*(Behramkale)
Assos Athena Tapınağı frizlerinin on tanesi
*Klazomenai
(Izmir/Urla) tipi boyalı iki lahitin en sağlam örnekleri
*Koltukta
oturan üç arkaik kadın heykeli (Milet/Aydın)
*Sardes
Aslanı (Manisa/Salihli)
*Antik
dönemdeki adı Daphne olan bugünkü Harbiye Antakya’ dan getirilen muhteşem
Mevsimler Mozaiği
*Aydın
yakınlarındaki Menderes Magnesia’sının Artemis Tapınağı’na ait kırk dört adet
yüksek kabartmalı sahneler içeren friz parçası ve dört adet aslan başlı çörten.
*Didim
Apollo Tapınağı’ndan getirilen MÖ 3-2. yüzyıllar arasına tarihlenen iki büyük
sütun kaidesi
*Milet’ten
MÖ 3. yüzyıla ait dört adet karyatid
*Mitolojideki
“Uç Güzeller” öyküsündeki Paris’in altın elmayı hangi tanrıçaya vereceğine
karar verdiği sahneyi canlandıran mozaık ( Antakya’ dan )
*Antakya’dan
bir lahtin uzun yüzündeki yüksek kabartmalı cenaze sahnesi
*9
bin yaşındaki Anadolu tanrıçası heykeli
*Kültepe-Kaniş,
Karumu’ndan (MÖ 2000) aslan heykelciği görünümündeki törensel içki kabı
*Hitit
imparatorluk döneminden Geç Hitit (Maraş, Gaziantep-Yesemek) kabartmalarına
uzanan yontuculuğun seçkin örnekleri
*1895’te
Louvre’a gelmiş 16. yüzyıl mercan kırmızılarının hakim olduğu çiniler, panolar,
kupalar, tabaklar, beyaz-mavi İznik Çinileri
*17.
yüzyıl tombaklar ve halılar(Uşak)
*2.Mahmut
tarafından hediye edilen Bergama Küpü
(1)
Bu listede olmamasına karşın Osmanlı yönetimi altındaki Ege adası
Milos da bulunup kaçırılarak Louvre müzesine getirilen ve müzeye büyük
bir prestij kazandıran Milo Venüsü’nden söz etmek
gerekir.Milo Venüsü Leonardo’nun
Mona Lisa’sı ile birlikte
Louvre’un en ünlü iki eseridir.Milo Venüs’ün Louvre gidiş öyküsünü
Erol Makzume yazdığı makalede şöyle anlatır.”1820’de Milos Adası’nda
Yorgos Kentrotas adındaki bir köylü tarlasında çalışırken Yunan mitolojisinde
Afrodit diye bilinen tanrıçanın heykeliyle karşılaşır. Kaidesindeki imza
incelenince Antakyalı Alexandros’a ait olduğu anlaşılır. Ada açıklarındaki
Fransız donanmasında görevli bir subay heykelden haberdar olup Fransız Büyükelçi’yi
eserin Fransa’ya kazandırılması için ikna eder.”Makzume’ye göre iş daha da
ilginç bir hal alır çünkü heykeli satın alıp Fransa’ya yollaması için
gönderilen Vicomte de Marcellus bir sürprizle karşılaşır. “Sultan II.
Mahmud’un Ortadoğu donanmasında
görevli sanatsever ve koleksiyoner Nikola Murusi adlı papaz, köylüden heykeli
satın almış; Afrodit İstanbul’a
gönderilmek üzere gemiye yükleme hazırlığındadır... 20 kadar Fransız askerle
heykeli götüren adalılar arasında çatışma çıkar.”Heykel zarar görür ve elma
tutan sol kolu kopar. (Ancak heykeli ilk
gören desenlerini çizen Fransız ressam Votye heykeli kolsuz
çizmiştir).Fransızlar Yunanlı yetkililere büyük paralar ödeyerek satışı
durdururlar. Hasarlı heykel Fransız l’Estafette korvetine 26 Mayıs 1820’de
yüklenip Osmanlı gümrüğüne beyan edilmeden kaçırılır. Louvre Müzesi’nde altı ay
süren bir restorasyondan sonra XVIII Louis’ye sunulur." O da heykeli müzeye
bağışlar.” Milo Venüs’ü Louvre’un
İtalyanlara geri vermek zorunda kaldığı
Medici Venüsü’nün yerini doldurmak amacıyla
böylesine tutkuyla istenmiştir.
Bundan sonraki
dönemi Dr. Sabiha Nevin İslam
şöyle anlatır; “1870 savaşı,
Louvre’un sanat eserleri ile
ilgili kaygı yaratır Fransızlarda. İstilâ tehdidi ve Prusya ordusunun da
yaklaşması üzerine heykel hakkında da telaş başlar, zira Müzedeki diğer değerli
eserler için de bazı tedbirler alınmaktadır, büyük üstadların en güzel
tabloları, heykelleri vb. sarıldıktan kamufle edildikten sonra,
"Brets" şehrine gönderilir. Tunç ve mermer eserlerin kolayca
taşınması zorluğundan teşhir edildikleri salon zırhla kaplanır ve pencereleri
de toprak dolu torbalarla
tıkanır. Ancak, Venüs ise büsbütün farklı bir muameleye tabi kılınarak kamufle
edilir.Meşe ağacından özel bir
tabut yaptırılarak içi pamukla
doldurulur heykel içine
yatırılarak değerli birinin
cenazesi gibi Louvre’un karanlık gizili
bölümlerinden bir yere gömülür.Bulunma ihtimaline
karşı şaşırtmaca yapmak için
birkaç yere daha gömü süsü verilir. Paris'in teslimini takiben aralarında Bismark’ında bulunduğu
Alman subaylarından bir grup Louvre'a kadar gelerek, Venüsü görmek
istediklerini söylerler. Heykelin o gün misafir kabul etmediği cevabı alınınca,
fazla üzerine gidilmez.
Paris sükunete kavuşunca heykel gömüldüğü yerden çıkarılarak yerine konulmak istenir.Ancak bu sefer de Paris’in Commun ayaklanması baş gösterir.İhtilaciler Pariste bir çok yeri bu arada müzenin bir bölümünü de gaza boğup yakarlar. Patlayan su borularından biri eserin fazla zarar görmesini engeller.İhitlal sonrasında Venüs tekrar gömüldüğü yerden çıkarılarak ikinci kez gün ışığına kavuşur”.
Paris sükunete kavuşunca heykel gömüldüğü yerden çıkarılarak yerine konulmak istenir.Ancak bu sefer de Paris’in Commun ayaklanması baş gösterir.İhtilaciler Pariste bir çok yeri bu arada müzenin bir bölümünü de gaza boğup yakarlar. Patlayan su borularından biri eserin fazla zarar görmesini engeller.İhitlal sonrasında Venüs tekrar gömüldüğü yerden çıkarılarak ikinci kez gün ışığına kavuşur”.
Venüs şimdi
Louvre Antik Grek heykel galerisinin en
başında bu kadar görmüş
geçirmişliğin yarattığı kendinden
emin gülümsemesi ile
izleyicileri karşılamaktadır.
Bu
galerinin bir başka salonunda üzeri
atlı süvari desenli mermer bir küre görürseniz biraz duraksayıp iyi
bakın sonra da altındaki
açıklamayı okuyun. “Bu eser
2.Mahmud tarafından Fransa Kralı
2.Lois’e hediye edilmiştir”
bilgisini okuduğunuzda İşte o zaman üzüntünüz daha da
artabilir.Okuduğumda acaba gerçekten hediye mi?, Yoksa hırsızlığı
gizleyen bir ifade mi? diye
düşündüm. Türkiye’ye döndükten
sonra yaptığım araştırmada bu sefer
Fransızların günahını aldığımı anladım.
Hikayesi şöyle; Bergamalı Hatip Mahmut tarlasında üç küp
dolusu Bizans altını
bulur.Altınları Bursa Osmanlı
sarayına haber verir ve hazineye bağışlar. Kendisine küplerden birisini alması
önerildiğinde hatıra olarak boş bir küp alır, altınları istemez. Padişah onu
“paşalık” ünvanı ve göz alabildiğine
toprak bağışı ile ödüllendirir.Bu para I. Murat Beyazid tarafından İstanbul’un
kuşatılmasında kullanılır. Hatip Mahmut
ve oğulları, torunları Bergama’ya hanlar, köprüler, hamamlar yaptırırlar. Bergama’da Küplü Hamam olarak bilinen hamamda üstü süvari desenleri işli Bizans küpü 430 yıl
saklanır. Bu kıymetli eserin defalarca alıcısı çıkar: 1784’te İstanbul’daki
Fransız elçisi küpü satın almak ister ama aile “hatıradır” deyip vermez; 19.
yüzyılda bir Fransız arkeolog devleti adına küpü almak için çok para teklif
eder, aile gene vermez. Bir türlü satın alınamayan küp efsane olur. Sonunda
Fransa Kralı II. Louis rica edince, devrin padişahı II. Mahmut onu kıramaz, küp
hediye olarak Fransa’ya gönderilir. Küplü Hamam, o günden beri küpsüz! Meşhur
küp ise Louvre Müzesi’ndedir.
Bir başka salonda sergilenen Antakya’dan
kaçırılmış Paris’in altın elmayı
üç güzellerden kime vereceğini
gösteren mozaik pano ile mevsimler mozaiği panosu, Milet’ten kaçırılmış şehir girişi
kapısında yer alan rölyefler ,
dört mükemmel karyatid
ile Magnesia Artemis
tapınağının kırk dört parça yüksek
kabartmalı rölyefi ile
dört adet aslan başlı çörten üzüntünüzü biraz daha
artırabilir.
İslam eserleri bölümünde 3919/2 -265 envanter numarası ile sergilenen İznik
işi çini panonun hikayesi daha da ilginç bir
o kadar da düşündürücüdür. SULTAN Abdülhamid’in, Albert
Sorlin-Dorigny adındaki dişçisi Ayasofya Camii’nin avlusunda bulunan padişah
türbeleri ile kütüphane binasını tamir etmek için izin talebinde bulunur.
Osmanlı
Arşivleri’nde bulunan 4 Temmuz ve 10 Temmuz 1896 ile 14 Temmuz 1897 tarihli
belgelerden anlaşıldığına göre
kendisine restorasyon izni
verilir. İkinci Selim türbesinin giriş kapısının sol tarafında bulunan
ve 16. asır İznik çini sanatının en nadir örneklerinden biri olan duvar
boyundaki koskoca panoyu “Fransa’ya gönderip temizleteceğim” diyerek bir güzel
söker, Paris’e yollar, birkaç ay sonra sıradan bir Fransız çini atelyesinde
imal ettirdiği sahtelerini getirip asıl panonun yerine duvara monte eder. Dişçi
bununla da yetinmez.Türbelerden hepsi İznik çinisi olan başka panoları,
kitabeleri ve bordürleri yerlerinden sökerek götürür ve yerlerine sahtelerini
yerleştirir. İstediklerini alınca da İstanbul’dan ayrılıp memleketine döner ve
çaldıklarını Louvre Müzesi’ne satar.
Uzun yıllardan beri verilen
hukuk mücadelesi ile yurt dışına
kaçırılan çok sayıda eser tekrar kendi topraklarına
döndürülmüştür. Bu konuda Fransa nezdinde yapılan girişimler Louvre müzesinin eserlerin
satışının yasal olduğuna ilişkin ısrarı nedeniyle sonuçsuz
kalmıştır.İşin garip tarafı Louvre Müzesinin İslam eserleri bölümünün şu andaki yöneticisi Yunanistan ve
Fransa’da sanat tarihi eğitimi alan , 25 yıldır Louvre Müzesi’nde Fransa
Kültür Bakanlığı kadrosunda uzman olarak görev yapan İlhan Alemdar’dır.Bir sanat tarihçi
ve müzeci olarak gurur
duyduğum bu duruma üzülmek mi sevinmek mi gerekir ben karar veremedim?
T.C.
Kültür Bakanlığı Yurt dışına kaçırılan eserleri kaçırıldıkları
yerlerde kaçıran ülkeleri teşhir
etme kararı almıştır.Ayasofya Müzesine
yolu düşenler levhası çalınan çini panonun önündeki bilgi
panosunda şu metni okuyacaklardır. “Osmanlı Devleti döneminde 1882 - 1896 yılları arasında Fransız uyruklu
Albert Dorigny tarafından yapılan restorasyon çalışmaları sırasında burada
bulunan ve 60 karodon oluşan 16. yüzyıl İznik çini pano şaheseri,
restorasyonunun yapılması amacıyla Fransa, Paris’e götürülmüş ancak Sevr’de
taklidi yapılarak geri getirilmiş ve aslının yerine monte edilmiştir. Bu durum
tamamen güveni kötüye kullanma ve bir sanat hırsızlığı örneğidir. Şu an önünde
bulunduğunuz bu çiniler asıllarının bir kopyasıdır. Orijinal çinilerimiz Fransa
- Paris Louvre Müzesi’nde İslam Eserleri Seksiyonu’nda 3919/2 -265 envanter
nosu ile ‘Ayasofya Müzesi’nin haziresinde Sultan 2. Selim Türbesi’nin çinileri’
bilgisiyle sergilenmektedir”.
Ülkemizin açık
hava uygarlıklar müzesi konumunda olması, Osmanlı döneminde
Osman Hamdi Beye kadar bu alan ile ilgili bilinç düzeyinin
düşüklüğü ülkemizi yağmaya açık kültür
varlığı havzası olarak görülmesini sağlamış, batılı tacirlerin,
devlet adamlarının, müzelerin ve müze
ajanlarının ilgisini çekmiş,
sahip olma iştahını
kabartmıştır.Bu nedenle Ülkemiz kültür varlıkları
ve tarihi eserler ile ilgili insafsız bir yağmalanma süreci
yaşamıştır.Bunun önüne geçilmesi tarihi eser, kültür varlığı ve
müzelerin önemini başta çocuklarımız
ve gençlerimiz olmak üzere
bütün vatandaşlarımıza kavratmamızla
mümkündür.
Kaynaklar
1. P.Quoniam. Louvre,
Editions de la Reunion des musees nationaux, Paris, 1997.
2. S. Aydıngün,
Louvre’daki Anadolu, Skylife, Mart 2000 (http://www.aydingun.com)
3.Prof. Dr. Zafer AYVAZ Ekoloji
Magazin Sayı : 2.Sayı (Nisan - Haziran 2004)
4.Erol
Makzume,Milo Venüsü Fransa’ya Nasıl Kaçırıldı? Atlas Tarih sayı 5.4.http://t24.com.tr/haber/ayasofyada-tarihi-eser-hirsizligi-teshir-ediliyor,220361 6.
Prof.Dr. Nevin İslam Milo Venüsü’nün Öyküsü
http://www.gorselsanatlar.org/heykel/milo-venusu-louvre-muzesi/