24 Mayıs 2015 Pazar


LOUVRE VE ANADOLU İZLERİ


Öğr.Gör. Kadir ŞİŞGİNOĞLU
KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi

Fransa  denildiğinde  akla  il gelen  Paris, Paris  denildiğinde de  akla  ilk gelen Eifel kulesi  sonra   Louvre  müzesidir. Paris Dünya fuarına (Paris Expo) sembol giriş kapısı arayışıdır Eyfel Kulesi’nin inşa sebebi.  Düzenli olarak organize edilen fuarın o yılı, (1887-89 yılları) Fransız Devrimi’nin 100. yılına denk gelir. Yapımcı inşaat firması  Gustava Eiffel, Bilim ve Endüstri Çağının kutlanması ve devrimin yüzüncü yaş yılı anıtı olarak  yapıyı sembolleştirmiştir.Kule yapımcısının adı  ile  anılsa da   siparişi veren İsviçreli Maurice Koechlin ,  kuleyi tasarlayan ise Stephen Sauvestre'dir. 
Dünyanın en büyük müzelerinden  biri olan Louvre Müzesi bir  müzecilik  ikonudur.Yılda 8.5 milyonun üzerinde  ziyaretçisi  olan müzede Antik çağdan  başlayarak modern çağa  kadar sanatın  bütün gelişmelerini görebileceğimiz otuz beş binin üzerinde sanat  yapıtı bulunmaktadır.
Louvre Müzesi’nin tarihi 1190 yılında kraliyet adına Philip Augustus tarafından Louvre Kalesi'nin kurulmasına kadar dayanır. Bu kale Paris'in batı yakasını gelecek çeşitli saldırılardan korumak amacıyla yapılmıştır. Kalenin yıkılmasının ardından şimdiki Louvre'a ait ilk bina ise rönesans etkileriyle mimar Pierre Lescot tarafından 1535'de yapılmıştır.1984 yılında  kale  kalıntıları açığa  çıkarılmış müzenin  altında  sergilenmektedir.Louvre Müzesi  şehrin merkezinde Seine Nehri'nin sağ yakasıyla şehrin ünlü yerlerinden birisi olan Rivoli Caddesi arasındadır. Büyük bir sanat destekçisi olan Kral IV. Henry ise (1589-1610) ek olarak, o dönemde dünyanın en büyük ve uzun binası olan Grande Galerie'yi yaptırmış, yüzlerce sanatçı ve ustaya bu binanın aşağı katlarında yaşamaları için davette bulunmuştur.
1560'da Kraliçe Catherine Medici’nin  başlattığı Denon Kanadı'nın inşası  XIII. Louis (1610-1643) tarafından tamamlatmıştır. XIII. Louis tarafından sarayın kuzey tarafında yaptırılan Richelieu Kanadı uzun süre boyunca Ekonomi Bakanlığı olarak kullanılmıştır. Bakanlığın taşınmasının ardından yenilenen bölüm 1993'de; müzenin 8 Kasım 1793'te Fransız Devrimi'nden sonra halka ilk kez açılmasından 200 yıl sonra, yeniden sanat galerisi haline getirilmiştir. Binanın III. Napolyon (1852-1857) tarafından eklenen kanadı ise yeni-barok tarzın İkinci İmparatorluk dönemini yansıtmaktadır ve detaylı heykellerle yüklüdür. Burada yürütülen yapım çalışmaları 1876'ya dek sürmüştür. Louvre’un avlusundaki cam piramidin öyküsü  ise Eski Fransa Başkanı François Mitterrand’ın önerisi ile başlar. 20.6 metre yükseklik, 35 m. Kare tabanlı  Piramit Çinli mimar, I. M. Pei tarafından yapılmıştır. Piramidin altı Müzenin ana girişidir.

Yedi  bölümden oluşan müze uzun süre Ulusal Müzeler Direktörlüğü tarafından yönetilmiştir.Daha sonra  kendi  kendini  yönetme  hakkı  kazanmıştır.Şu andaki müze Direktörü 2001 yılından beri görev yapmaktadır. Müzenin en yeni bölümü ise müzenin bahçesine çatısı uçan halı şeklinde   tasarlanmış İslam Sanatları bölümüdür. Bir kısmı bağış alınarak 100 milyon Euro harcama ile  yapılan bölümde İslam eserleri  sergilenmektedir. Bağışta bulunanlar arasında Kuveyt, Umman ve Fas ile Azerbaycan da vardır. Suudi prenslerinden Velid bin Talâl kendi cebinden tam 20 milyon euro vermiştir. 

Dünyanın en saygın müzelerinden biri olan Louvre Arkeolojik eserler bölümünün oluşturulması sergilemelerindeki  tutumu nedeniyle saygınlığına  gölge düşürmüştür.Bunun  nedeni Fransızların  ve Louvre  Müzesinin Osmanlı İmparatorluğu coğrafyasında bulunan antik ve arkeolojik  eserlere olan  yasadışı ilgisidir.Osmanlı İmparatorluğunun  zor  yıllarında ekonomik , siyasi ve askeri    ilişkilerin kolaylaştırılması  adına yapılan  diplomatik baskılar sonucu kimi izinli kimi izinsiz kazılarda bulunan çok sayıda  eser Fransa’ya kaçırılmıştır.Fransızlar bununla da yetinmemiş Türkiye’den 19. yüzyıldan itibaren çalınmış olan çok sayıda eseri satın almış yahut bağış olarak kabul etmişlerdir. Şimdiye kadar mükemmel şekilde korudukları bu eserleri  şimdi “Louvre Kolleksiyonu” diye sergilemektedirler. Sergilenirken tabi ki Anadolu Eserleri Bölümü adı altında  sergilenmiyor. Eserler o dönemde  yaşanan kültürlerin  bulunduğu bölümlere yerleştirilmiş.İzlerken aynı toprağın kokusunu ve sıcaklığını  hissettiğiniz  eserlerin altında bulunan açıklamaları  okuduğunuzda içiniz burkulabilir. Farklı tarihlerde müze  ajanlarının Louvre’a  kazandırdığı Anadolu kökenli eserlerden sergilenenler şunlardır.
*MÖ 3. bine tarihlenen Anadolu mermer idolleri
*(Behramkale) Assos Athena Tapınağı frizlerinin on tanesi
*Klazomenai (Izmir/Urla) tipi boyalı iki lahitin en sağlam örnekleri
*Koltukta oturan üç arkaik kadın heykeli (Milet/Aydın)
*Sardes Aslanı (Manisa/Salihli)
*Antik dönemdeki adı Daphne olan bugünkü Harbiye Antakya’ dan getirilen muhteşem Mevsimler Mozaiği
*Aydın yakınlarındaki Menderes Magnesia’sının Artemis Tapınağı’na ait kırk dört adet yüksek kabartmalı sahneler içeren friz parçası ve dört adet aslan başlı çörten.
*Didim Apollo Tapınağı’ndan getirilen MÖ 3-2. yüzyıllar arasına tarihlenen iki büyük sütun kaidesi
*Milet’ten MÖ 3. yüzyıla ait dört adet karyatid
*Mitolojideki “Uç Güzeller” öyküsündeki Paris’in altın elmayı hangi tanrıçaya vereceğine karar verdiği sahneyi canlandıran mozaık ( Antakya’ dan )
*Antakya’dan bir lahtin uzun yüzündeki yüksek kabartmalı cenaze sahnesi
*9 bin yaşındaki Anadolu tanrıçası heykeli
*Kültepe-Kaniş, Karumu’ndan (MÖ 2000) aslan heykelciği görünümündeki törensel içki kabı
*Hitit imparatorluk döneminden Geç Hitit (Maraş, Gaziantep-Yesemek) kabartmalarına uzanan yontuculuğun seçkin örnekleri
*1895’te Louvre’a gelmiş 16. yüzyıl mercan kırmızılarının hakim olduğu çiniler, panolar, kupalar, tabaklar, beyaz-mavi İznik Çinileri
*17. yüzyıl tombaklar ve halılar(Uşak)
*2.Mahmut tarafından hediye  edilen Bergama Küpü (1)




                                                                                Bu  listede olmamasına  karşın Osmanlı yönetimi altındaki  Ege adası  Milos da bulunup kaçırılarak Louvre müzesine getirilen ve müzeye  büyük  bir  prestij  kazandıran Milo Venüsü’nden  söz etmek  gerekir.Milo Venüsü Leonardo’nun  Mona Lisa’sı ile birlikte  Louvre’un en ünlü  iki  eseridir.Milo Venüs’ün Louvre  gidiş  öyküsünü  Erol Makzume yazdığı makalede şöyle anlatır.”1820’de Milos Adası’nda Yorgos Kentrotas adındaki bir köylü tarlasında çalışırken Yunan mitolojisinde Afrodit diye bilinen tanrıçanın heykeliyle karşılaşır. Kaidesindeki imza incelenince Antakyalı Alexandros’a ait olduğu anlaşılır. Ada açıklarındaki Fransız donanmasında görevli bir subay heykelden haberdar olup Fransız Büyükelçi’yi eserin Fransa’ya kazandırılması için ikna eder.”Makzume’ye göre iş daha da ilginç bir hal alır çünkü heykeli satın alıp Fransa’ya yollaması için gönderilen Vicomte de Marcellus bir sürprizle karşılaşır. “Sultan II. Mahmud’un Ortadoğu donanmasında görevli sanatsever ve koleksiyoner Nikola Murusi adlı papaz, köylüden heykeli satın almış; Afrodit İstanbul’a gönderilmek üzere gemiye yükleme hazırlığındadır... 20 kadar Fransız askerle heykeli götüren adalılar arasında çatışma çıkar.”Heykel zarar görür ve elma tutan sol kolu kopar. (Ancak  heykeli ilk gören desenlerini çizen Fransız  ressam Votye heykeli  kolsuz  çizmiştir).Fransızlar Yunanlı yetkililere büyük paralar ödeyerek satışı durdururlar. Hasarlı heykel Fransız l’Estafette korvetine 26 Mayıs 1820’de yüklenip Osmanlı gümrüğüne beyan edilmeden kaçırılır. Louvre Müzesi’nde altı ay süren bir restorasyondan sonra XVIII Louis’ye sunulur." O da heykeli müzeye bağışlar.” Milo Venüs’ü  Louvre’un İtalyanlara geri  vermek zorunda kaldığı Medici Venüsü’nün yerini doldurmak amacıyla  böylesine tutkuyla istenmiştir.

Bundan sonraki  dönemi Dr. Sabiha Nevin İslam  şöyle anlatır; “1870 savaşı,  Louvre’un sanat eserleri  ile ilgili  kaygı  yaratır Fransızlarda. İstilâ tehdidi ve Prusya ordusunun da yaklaşması üzerine heykel hakkında da telaş başlar, zira Müzedeki diğer değerli eserler için de bazı tedbirler alınmaktadır, büyük üstadların en güzel tabloları, heykelleri vb. sarıldıktan kamufle edildikten sonra, "Brets" şehrine gönderilir. Tunç ve mermer eserlerin kolayca taşınması zorluğundan teşhir edildikleri salon zırhla kaplanır ve pencereleri de toprak dolu torbalarla tıkanır. Ancak, Venüs ise büsbütün farklı bir muameleye tabi kılınarak kamufle edilir.Meşe ağacından özel bir  tabut  yaptırılarak  içi pamukla  doldurulur heykel  içine yatırılarak değerli  birinin cenazesi  gibi Louvre’un karanlık  gizili  bölümlerinden bir  yere  gömülür.Bulunma  ihtimaline  karşı şaşırtmaca  yapmak için birkaç  yere  daha gömü süsü  verilir. Paris'in teslimini  takiben aralarında Bismark’ında bulunduğu Alman subaylarından bir grup Louvre'a kadar gelerek, Venüsü görmek istediklerini söylerler. Heykelin o gün misafir kabul etmediği cevabı alınınca, fazla üzerine gidilmez.
Paris sükunete  kavuşunca heykel  gömüldüğü  yerden  çıkarılarak yerine konulmak istenir.Ancak  bu sefer de Paris’in  Commun ayaklanması  baş gösterir.İhtilaciler Pariste bir  çok  yeri bu arada  müzenin bir  bölümünü de gaza boğup yakarlar. Patlayan su  borularından  biri eserin  fazla  zarar görmesini engeller.İhitlal sonrasında Venüs tekrar gömüldüğü yerden  çıkarılarak ikinci kez gün ışığına  kavuşur”.
Venüs  şimdi  Louvre Antik Grek heykel galerisinin en  başında bu kadar görmüş  geçirmişliğin yarattığı kendinden  emin  gülümsemesi  ile  izleyicileri  karşılamaktadır.

Bu galerinin  bir  başka salonunda  üzeri  atlı süvari desenli mermer bir küre görürseniz biraz duraksayıp  iyi  bakın sonra da  altındaki açıklamayı okuyun. “Bu eser  2.Mahmud  tarafından Fransa Kralı 2.Lois’e  hediye  edilmiştir”  bilgisini  okuduğunuzda İşte  o zaman üzüntünüz  daha da  artabilir.Okuduğumda  acaba gerçekten  hediye mi?, Yoksa  hırsızlığı  gizleyen  bir ifade mi?  diye  düşündüm. Türkiye’ye  döndükten sonra yaptığım araştırmada  bu sefer Fransızların günahını  aldığımı anladım. Hikayesi  şöyle; Bergamalı Hatip Mahmut tarlasında üç küp dolusu  Bizans  altını  bulur.Altınları Bursa Osmanlı  sarayına  haber  verir ve hazineye  bağışlar. Kendisine küplerden birisini alması önerildiğinde hatıra olarak boş bir küp alır, altınları istemez. Padişah onu “paşalık” ünvanı  ve göz alabildiğine toprak bağışı ile ödüllendirir.Bu para I. Murat Beyazid tarafından İstanbul’un kuşatılmasında kullanılır.  Hatip Mahmut ve oğulları, torunları Bergama’ya hanlar, köprüler, hamamlar yaptırırlar. Bergama’da  Küplü Hamam olarak  bilinen hamamda üstü süvari desenleri işli Bizans küpü 430 yıl saklanır. Bu kıymetli eserin defalarca alıcısı çıkar: 1784’te İstanbul’daki Fransız elçisi küpü satın almak ister ama aile “hatıradır” deyip vermez; 19. yüzyılda bir Fransız arkeolog devleti adına küpü almak için çok para teklif eder, aile gene vermez. Bir türlü satın alınamayan küp efsane olur. Sonunda Fransa Kralı II. Louis rica edince, devrin padişahı II. Mahmut onu kıramaz, küp hediye olarak Fransa’ya gönderilir. Küplü Hamam, o günden beri küpsüz! Meşhur küp ise Louvre Müzesi’ndedir.

Bir  başka  salonda sergilenen  Antakya’dan  kaçırılmış Paris’in altın elmayı  üç güzellerden  kime  vereceğini  gösteren mozaik pano ile mevsimler mozaiği panosu, Milet’ten  kaçırılmış şehir  girişi  kapısında  yer alan  rölyefler ,  dört  mükemmel  karyatid  ile  Magnesia  Artemis  tapınağının kırk dört  parça  yüksek  kabartmalı  rölyefi  ile  dört  adet  aslan başlı çörten üzüntünüzü biraz  daha  artırabilir.

İslam eserleri  bölümünde  3919/2 -265 envanter numarası  ile sergilenen  İznik  işi  çini panonun hikayesi daha da  ilginç bir  o kadar da  düşündürücüdür. SULTAN Abdülhamid’in, Albert Sorlin-Dorigny adındaki dişçisi Ayasofya Camii’nin avlusunda bulunan padişah türbeleri ile kütüphane binasını tamir etmek için izin talebinde bulunur.
Osmanlı Arşivleri’nde bulunan 4 Temmuz ve 10 Temmuz 1896 ile 14 Temmuz 1897 tarihli belgelerden anlaşıldığına göre  kendisine  restorasyon  izni  verilir. İkinci Selim türbesinin giriş kapısının sol tarafında bulunan ve 16. asır İznik çini sanatının en nadir örneklerinden biri olan duvar boyundaki koskoca panoyu “Fransa’ya gönderip temizleteceğim” diyerek bir güzel söker, Paris’e yollar, birkaç ay sonra sıradan bir Fransız çini atelyesinde imal ettirdiği sahtelerini getirip asıl panonun yerine duvara monte eder. Dişçi bununla da yetinmez.Türbelerden hepsi İznik çinisi olan başka panoları, kitabeleri ve bordürleri yerlerinden sökerek götürür ve yerlerine sahtelerini yerleştirir. İstediklerini alınca da İstanbul’dan ayrılıp memleketine döner ve çaldıklarını Louvre Müzesi’ne satar.
Uzun yıllardan beri verilen  hukuk  mücadelesi ile yurt  dışına  kaçırılan  çok  sayıda eser tekrar kendi  topraklarına  döndürülmüştür. Bu konuda Fransa nezdinde yapılan  girişimler Louvre müzesinin eserlerin satışının yasal olduğuna ilişkin ısrarı nedeniyle  sonuçsuz  kalmıştır.İşin garip  tarafı  Louvre Müzesinin  İslam eserleri  bölümünün şu andaki  yöneticisi Yunanistan ve Fransa’da sanat tarihi eğitimi alan , 25 yıldır Louvre Müzesi’nde Fransa Kültür Bakanlığı kadrosunda uzman olarak görev yapan İlhan  Alemdar’dır.Bir sanat  tarihçi  ve müzeci  olarak gurur duyduğum  bu duruma  üzülmek mi sevinmek mi gerekir ben karar  veremedim?
T.C. Kültür  Bakanlığı Yurt dışına  kaçırılan eserleri kaçırıldıkları yerlerde  kaçıran ülkeleri  teşhir  etme  kararı  almıştır.Ayasofya  Müzesine  yolu  düşenler  levhası çalınan çini panonun önündeki bilgi panosunda şu  metni  okuyacaklardır. “Osmanlı Devleti döneminde 1882 - 1896 yılları arasında Fransız uyruklu Albert Dorigny tarafından yapılan restorasyon çalışmaları sırasında burada bulunan ve 60 karodon oluşan 16. yüzyıl İznik çini pano şaheseri, restorasyonunun yapılması amacıyla Fransa, Paris’e götürülmüş ancak Sevr’de taklidi yapılarak geri getirilmiş ve aslının yerine monte edilmiştir. Bu durum tamamen güveni kötüye kullanma ve bir sanat hırsızlığı örneğidir. Şu an önünde bulunduğunuz bu çiniler asıllarının bir kopyasıdır. Orijinal çinilerimiz Fransa - Paris Louvre Müzesi’nde İslam Eserleri Seksiyonu’nda 3919/2 -265 envanter nosu ile ‘Ayasofya Müzesi’nin haziresinde Sultan 2. Selim Türbesi’nin çinileri’ bilgisiyle sergilenmektedir”.
Ülkemizin açık  hava  uygarlıklar  müzesi konumunda  olması, Osmanlı  döneminde  Osman Hamdi Beye  kadar  bu alan ile ilgili bilinç  düzeyinin  düşüklüğü  ülkemizi yağmaya  açık kültür  varlığı havzası olarak görülmesini sağlamış, batılı tacirlerin, devlet  adamlarının, müzelerin ve  müze  ajanlarının ilgisini  çekmiş, sahip  olma  iştahını  kabartmıştır.Bu nedenle Ülkemiz  kültür  varlıkları  ve  tarihi  eserler ile ilgili  insafsız bir yağmalanma süreci yaşamıştır.Bunun  önüne  geçilmesi tarihi eser, kültür varlığı  ve  müzelerin  önemini başta  çocuklarımız  ve  gençlerimiz  olmak üzere  bütün  vatandaşlarımıza  kavratmamızla  mümkündür. 



Kaynaklar
1. P.Quoniam. Louvre, Editions de la Reunion des musees nationaux, Paris, 1997.
2. S. Aydıngün, Louvre’daki Anadolu, Skylife, Mart 2000 (http://www.aydingun.com)
3.Prof. Dr. Zafer AYVAZ  Ekoloji Magazin   Sayı : 2.Sayı (Nisan - Haziran 2004)
4.Erol Makzume,Milo Venüsü Fransa’ya Nasıl Kaçırıldı? Atlas Tarih sayı 5.4.http://t24.com.tr/haber/ayasofyada-tarihi-eser-hirsizligi-teshir-ediliyor,220361                               6. Prof.Dr. Nevin İslam  Milo Venüsü’nün  Öyküsü  http://www.gorselsanatlar.org/heykel/milo-venusu-louvre-muzesi/