
FAROZ’A RENK VEREN USTA OSMAN ZEKİ DEMİRKALE
Kadir ŞİŞGİNOĞLU
1950’li yıllar Ülkemizde hızlı
değişimin yaşanmaya başladığı yıllardır.Kentlerimiz Osmanlı’nın mimarlık mirasını hızla tüketerek Cumhuriyet
döneminin yeniden yapılanma sürecinde dönüşümü yaşamaya başlar.Endüstrileşme köyden
kente göçü hızlandırır, bir anda kalabalıklaşmaya başlayan kentlerde konut ve imar sorunu
yaşanır.Artan nüfusla
kentlerin sosyal-yapısal dengeleri bozulur.
Aynı yıllarda Trabzon da bu olumsuz gelişmeleri yaşamaktan
kendini kurtaramaz.1940
lardaki sakinliği, sürekli eklenen kentsel
mekan ve insan kalabalıkları
ile bozulur. Şehrin aristokrat
yerlisinin çoğunluğu başta İstanbul olmak üzere büyük
kentlere göç ederler.Onların
yerini kırsal kesimden gelenler
doldurur.Trabzon’un Rum-Ermeni-Osmanlı
‘dan kalan kültürel sentezi göçerlerin yaratığı yeni kent kültürü
tarafından hızla kuşatılır.Ganita,Çömlekçi,Yeni Cuma,Arafil Boyu,Sotka, Mumhaneönü,
Faroz Trabzon’un en eski mahallerindendir.Çömlekçi ,Ganita, Mumhaneönü ile Faroz Trabzon’un deniz kıyısında kuzeydoğusundan-kuzeybatısına doğru
sıralanır. Mumhaneönü ile Ayasofya Kilisesi arasında kalan Faroz; emeği ile geçinen,
hayatını denizden kazanan insanların
yaşadığı yerdir. Faroz sözcüğü eski Yunanca’da “deniz feneri” demektir. Dünyanın yedi harikasından
biri olan Mısır’daki
İskenderiye Feneri’nin adı Faroz’dur.16.yüzyıl
Trabzon şehir kayıtlarında ilk kez adı
geçen Faroz; Trabzon’un en
hızlı kentleşen, tarihsel ve kültürel belleğini en hızlı kaybeden mahallesidir. Önce taştan
yapılmış, bahçeli eski yalı
evlerini şekilsiz apartmanlar
birer birer yutmuş, sonra sahil dolgusu ile denizinden uzaklaşmıştır.
1950 li yıllarda çocukluğu Faroz’da geçenler kendilerini “yalı” uşağı olarak tanımlar. Oturdukları eski taş
evlerin önünden kayıklarını denize
indirir, küçük kayaklıkların
gerdanlık gibi süslediği tertemiz kumsaldan
denize girerler. Deniz ve
kumsal o dönem çocuklarının
oyun alanıdır.Dalgalarda
viya koşulur, şiddetli yağışlardan
sonra denizden kütük çıkarılır, komşu
bahçelerinden gizli gizli meyve
yürütülür.Ara sıra denizin kıyıya
vurduğu top gülleleri ve
eski paralar bulunup harçlık çıkarılır.Düğünlerde eğlencelerde
kolbastı oynanır. Şimdilerde Trabzon’lu
gençlerin Türkiye’den başlayarak dünyaya tanıttığı “kolbastı” nın
doğum yeridir Faroz. Sanayisi olmayan kentte
Faroz’lunun geçim kaynağı deniz ve
balıkçılıktır.
1947 doğumlu Osman Zeki Demirkale
Faroz’un bütün dönemlerini yaşamış, değişimlerine tanık olmuş bir Faroz ‘ludur. Çocukluğu, gençliği Faroz’un en hızlı değişimlerinin yaşandığı döneme
denk gelir. Çocukluğundan
beri tekniğe, teknolojiye, güzel olan
her şeye merakı resim öğretmenleri Kayıhan Keskinok’un
etkileri ile biçimlenir bir hedefe
yönelir.
Cumhuriyetin ilk yıllarından
itibaren Faroz Trabzon’un entelektüelleri ve sanatçıları ile tanışır.1927 yılında Trabzon Lisesine gelen Resim öğretmeni Saim Özeren bunlardan biridir.Saim Özeren 1938 yılında
Yurt Resimleri nedeni ile Türkiye
genelinde seçilen 10 ressamdan biridir.Ondan
bir yıl sonra Trabzon Lisesine gelen Zeki Kocamemi yedi ay kadar Trabzon Lisesinde görev yapar,sonra istifa eder. Bu dönem içinde Bedri Rahmi
Eyüboğlu’nu keşfeder, onu Akademiye yönlendirir. Saim Özeren , Zeki Kocamemi Faroz’da oturur.1950 li yıllarda Trabzon Lisesinin
resim öğretmeni Kayıhan Keskinok öğrencileri ile Trabzon
Lisesinin altından patikaları geçerek Faroz kıyılarında denize girerler. Yurt Resimleri kapsamında 1938 yılında Trabzon’a gelen Saim Özeren’nin sınıf arkadaşı Mahmut
Cuda gemiden gördüğü ve
Trabzon’a yaklaşırken anlattığı Trabzon
manzarası Faroz’un resmidir.Faroz’un Zühdü abisi (Zühtü
Ellezoğlu) Kayıhan Keskinok ile Trabzon Lisesinde birlikte
çalıştığı Faroz’lu resim
öğretmenidir.Bu değerli
isimler sayesinde resim
sanatı Faroz’da hep sevilir,
ilgi görür. Osman Zeki Demirkale’nin sanata
yönelmesinde bu ortamın kuşaklara devredilen
mirasının katkısı mutlaka fazladır.
1964 yılında Liseyi bitirdiğinde kendini
İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde bulur.Akademinin en bilinen
hocalarından Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Trabzon’lu olması , Trabzon’lu gençleri mıknatıs
gibi akademiye çeker. O dönem
Trabzon’dan Akademiye gelenler arasında Burhan Uygur, Mehmet Özer, Muzaffer
Akyol, Mustafa Ata, Saldıran Özmen gibi isimler de vardır.Beş yıl İstanbul’un
ve Akademinin havasını soluduktan sonra Adnan Çoker
atölyesinden mezun olur ve tekrar Trabzon’a döner.Uzun yıllar Trabzon’un çeşitli okullarında resim öğretmenliği yapar…
Akademide bir
çok hocadan aldığı dersler, öğrendiği
bilgiler, derin ilgisi ve merakı ile
çoğaldıkça resim öğretmenliğinin
rutin yaşamı ona yetmez. Mesleğinin yanı sıra resim çalışmalarını da sürdürür.Sergiler açar.Siyah beyaz fotoğrafçılık ayrı bir tutkudur onun için.Siyah ve beyaz
lekenin gizemine erdikçe; resimde leke
ve biçim yalınlığına ulaşmak gerektiğine inanır.
Çocukluğundan beri taşıdığı
Faroz ve deniz
tutkusunu teknik becerisi ile
birleştirir.Bu tutku onu omurgasını kendi çattığı, kendi teknesini
yapacak kadar usta yapar. Doğa tutkusu ,
inceleme, gezme, görme, keşfetme, araştırma
yaşamının omurgası olur.
1995 yılında yollarımızın
kesiştiği Osman Zeki Demirkale
için KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Resim Bölümü
yaşamının bundan sonraki belirleyeni olmuştur. Üniversitede görev yaptığı dönemde derin bilgi
birikimini öğrencilerine samimiyetle aktarma gayreti
içinde olur.Sanatta analitik düşünce tarzı ve teknik becerinin birlikteliğine inanır. Ona göre sanatsal yaratmanın temelinde etkin gözlem ve keskin
kavrayış vardır.2002 yılında özgür ruhuna
uygun olmadığını düşündüğü üniversite
ortamında kalmayı tercih etmez
ve emekli olur.
Osman Zeki Demirkale’nin yaşamında
ve sanatında çocukluğundan beri onu biçimlendiren Faroz kültürü
hep vardır.1963 yılında Sahil
yolu yapılıp evi ile denizin arasına boylu boyunca uzansa da; o, denizden hiç kopmaz.Deniz ondan
uzaklaştıkça o denize gider. İlk çocuğunun adı Deniz’dir. Teknesinden
vazgeçtikten sonra da sürer deniz
tutkusu. Çünkü Faroz demek;
deniz demektir,balık demektir.
Faroz demek; martı çığlığı
demektir.Faroz demek; hareket
ve hayat kavgası demektir. Her gün sabahın erken saatlerinde Faroz’da
kıyıya iner, sabah çayını Faroz
Balıkçı Limanında yudumlar. balıkçıları,
tekneleri, ağdaki balıkları , martıları , kuşları izler, fotoğraflar…onları
resme aktarır. Bu gözlem aynı zamanda
hızla yok olan Faroz kültürünün gündelik
görsel kayıdı gibidir. Bir kaç yıl önce açtığı “Faroz’un Kuşları” fotoğraf sergisi bu konuda
bir farkındalık yaratma
projesidir. Düşünün ki bir insan
yaşamında doğduğu, büyüdüğü sahilin iki
kez elinden alınıp doldurularak denizden uzaklaştırılmasına tanık
olmuştur.
Osman Zeki Demirkale; kendi
yaşamının önceliklerinin dayattığı
sorunlara çözüm ararken dayanışmacı ve
paylaşımcı kimliğinin getirdiği
misyonla çevresindekilerin
sorunlarına da çözüm
bulmak için uğraşır. Mekanik tamir, inşaat, deniz ve tekne işlerini
ressamlığı ve fotoğrafçılığı ile
paylaşır.Fotoğraf makinası
bozulan, elektronik aleti bozulan
soluğu onun kapısında alır. Bu çok
yönlülük ona bir alanda çok sayıda eser vermesini engellemiştir ama; iyi gözlemci
ve çözümcü olmayı öğretmiştir. Yaşamı;
çözülmesi gereken bir problem gibi
düşünen Osman Zeki Demirkale; sanatı estetik problem üretme çözüm bulmanın uygulama
alanı olarak görür.
Resimlerini incelediğinizde; gözlem
ve izlenimlerin aktarılması onu izlenimciliğe, iç dünyanın yansıması,anlık
fırça vuruşları dışavurumculuğa
yaklaştırsa da ; o ne izlenimci, ne de dışavurumcudur. Çalışırken ne izlenimci
savrukluğu ile kompozisyon
iddiasından vazgeçer, ne expresif taşkınlıkla aklın denetimini reddeder. Ona göre resim;
ciddiye alınması gereken, aklın süzgecinden geçmiş, çoklu disipline dayalı estetik bir iştir. Kendi deyimi ile “Bu iş namusu ile yapılmalıdır.Hesapsız, kitapsız; ölçüsüz, oransız resim yapılmaz”.Resminde
modern bir dil kullanmasına karşın Akademinin klasik eğitiminin resim
süreçlerine hep bağlıdır.Resmin temel ilkeleri , yeni neslin
pek ciddiye almadığı
ama onun asla vazgeçmediği
resminin anayasası gibidir.Resimde
süslemeden ve fazla elemandan
hep kaçınır. Her şey yeteri
kadar olmalıdır. Mizacıyla da örtüşen resim
dilindeki bu minimalist tavrı aynı zamanda hocası Adnan Çoker’in resim-sanat felsefesinin etkilerinin yansımalarıdır. Üst üste
bindirilmiş , çoğu zaman birbirini yatay yönde
destekleyen fırça
lekeleriyle oluşan yalın formlar önce
kendini anlatır.Yeteri kadar
teknik ve estetik olgunluğa eriştikten sonra bir hikayenin
parçası olurlar.Bu nedenle konu ve tema çok önemli
değildir Osman Zeki Demirkale
için. Ancak samimi
anlatımlar için
yaşanmışlıklar önemlidir.Bu yaşanmışlıkların ana
mekanı da Faroz’dur.Yetkin bir
gözlemle damla damla biriktirdiği
görsel algıları tual yüzeyinde
çok samimi, sade, yalın, etkin ve
çok renkli kompozisyonlara dönüşür.Bu kompozisyonlarda çoğu zaman deniz, balık, balıkçılar, tekneler, horon
oynayanlar, ağ örenler, martılar, Karadeniz peyzajları görülebilir.
Karadeniz (Trabzon ) ressamları rengi sever.Osman Zeki Demirkale rengi
doğal gerçekliğin gereği olarak
değil, resminin izleyici tarafından keyifle
izlenmesi için tasarım problemi
olarak ele alır.Bu
nedenle özel karışımlarla olgunlaştırılmış renkler hangi armonik skalada olursa olsun
ışık değeri ve
doygunluk açısından sayısal
değerlerle ifade edilebilir.
Altı yıl
KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Resim
Bölümünde birlikte çalıştığım, aynı
odayı ve yirmi yıllık dostluğu
paylaştığım Osman Zeki Demirkale sanat üretiminde kesintiler
yaşasa da; Trabzon’da sanat kültürüne
farklı alanlarda kırk yılın üzerinde katkı sağlamıştır. Taşrada sanat yapmak, üretmek zordur. Yaptıklarınızın bir şekilde karşılığını almanız gerekir ki yeniden üretebilesiniz.O hiç bir resmine
para gözü ile bakmamıştır. Şimdilerde “ tuale iki
fırça atıp bunu
kaç liraya kime
satarım” şeklinde düşünenlerden olmamıştır. Düşlediği resmi yapabiliyor olmanın mutluluğu
ona yetmiştir. Yetiştirdiği
bir çok
öğrenci de onun izlerini yansıtacaktır.
Farabi’ye göre “Sanat ve bilim itibar gördüğü
yerde barınır”. Eğer bir toplumda bilim insanı
ve sanatçılar değer görüyorlar
ise o toplumların geleceği parlaktır. Trabzon’da yaşayan ressamlar içinde resmi
en iyi bilenlerden biri diyebileceğim Osman Zeki Demirkale; olgunluk döneminde kendi memleketinde uzun bir
aradan sonra tekrar eserlerini
sergiliyor ise; onun kentine
verdiklerinin karşılığında
kentinden ilgi ve değer görmeyi beklemek
hakkına sahiptir.Trabzon da üstüne düşeni yapacaktır diye düşünüyorum. 14.06.2015