14 Haziran 2015 Pazar




 








FAROZ’A RENK  VEREN  USTA                                         OSMAN ZEKİ DEMİRKALE

Kadir ŞİŞGİNOĞLU

1950’li yıllar Ülkemizde hızlı değişimin yaşanmaya başladığı yıllardır.Kentlerimiz Osmanlı’nın  mimarlık mirasını hızla tüketerek Cumhuriyet döneminin yeniden yapılanma sürecinde dönüşümü yaşamaya başlar.Endüstrileşme köyden kente göçü hızlandırır, bir  anda kalabalıklaşmaya  başlayan  kentlerde   konut ve imar sorunu  yaşanır.Artan nüfusla kentlerin  sosyal-yapısal  dengeleri bozulur. 

Aynı yıllarda Trabzon da  bu olumsuz gelişmeleri  yaşamaktan  kendini  kurtaramaz.1940 lardaki  sakinliği, sürekli eklenen  kentsel  mekan  ve insan kalabalıkları ile  bozulur. Şehrin aristokrat yerlisinin çoğunluğu başta  İstanbul olmak  üzere büyük  kentlere göç ederler.Onların  yerini kırsal  kesimden  gelenler  doldurur.Trabzon’un  Rum-Ermeni-Osmanlı ‘dan  kalan    kültürel sentezi  göçerlerin yaratığı yeni kent kültürü tarafından hızla kuşatılır.Ganita,Çömlekçi,Yeni Cuma,Arafil Boyu,Sotka, Mumhaneönü, Faroz  Trabzon’un en eski  mahallerindendir.Çömlekçi ,Ganita, Mumhaneönü ile Faroz  Trabzon’un deniz  kıyısında kuzeydoğusundan-kuzeybatısına doğru sıralanır. Mumhaneönü ile Ayasofya  Kilisesi arasında kalan  Faroz; emeği ile  geçinen,   hayatını denizden kazanan insanların  yaşadığı  yerdir. Faroz  sözcüğü eski Yunanca’da “deniz  feneri” demektir. Dünyanın yedi  harikasından  biri  olan Mısır’daki İskenderiye  Feneri’nin adı Faroz’dur.16.yüzyıl Trabzon şehir  kayıtlarında ilk kez  adı  geçen Faroz; Trabzon’un en  hızlı  kentleşen,  tarihsel ve kültürel belleğini en  hızlı kaybeden mahallesidir. Önce taştan yapılmış,  bahçeli eski yalı evlerini  şekilsiz  apartmanlar  birer birer yutmuş, sonra sahil dolgusu ile  denizinden uzaklaşmıştır.

1950 li yıllarda  çocukluğu Faroz’da  geçenler kendilerini “yalı” uşağı olarak  tanımlar. Oturdukları eski  taş  evlerin önünden  kayıklarını  denize  indirir, küçük  kayaklıkların gerdanlık  gibi  süslediği tertemiz  kumsaldan  denize  girerler. Deniz  ve  kumsal  o dönem  çocuklarının  oyun  alanıdır.Dalgalarda viya  koşulur, şiddetli  yağışlardan  sonra  denizden  kütük çıkarılır,  komşu  bahçelerinden gizli gizli meyve  yürütülür.Ara  sıra denizin  kıyıya  vurduğu top gülleleri ve  eski  paralar bulunup  harçlık çıkarılır.Düğünlerde eğlencelerde kolbastı oynanır. Şimdilerde  Trabzon’lu gençlerin   Türkiye’den   başlayarak dünyaya tanıttığı “kolbastı” nın doğum yeridir Faroz. Sanayisi olmayan kentte  Faroz’lunun  geçim kaynağı  deniz ve  balıkçılıktır.

1947 doğumlu Osman Zeki Demirkale Faroz’un bütün dönemlerini  yaşamış, değişimlerine  tanık olmuş bir  Faroz ‘ludur. Çocukluğu,  gençliği Faroz’un  en hızlı değişimlerinin yaşandığı  döneme  denk  gelir. Çocukluğundan beri  tekniğe, teknolojiye, güzel olan her şeye  merakı  resim öğretmenleri Kayıhan Keskinok’un etkileri  ile biçimlenir bir hedefe yönelir.

Cumhuriyetin ilk  yıllarından  itibaren Faroz Trabzon’un  entelektüelleri  ve sanatçıları ile  tanışır.1927 yılında Trabzon Lisesine gelen  Resim öğretmeni Saim Özeren  bunlardan biridir.Saim Özeren 1938 yılında Yurt Resimleri  nedeni ile Türkiye genelinde seçilen 10 ressamdan  biridir.Ondan bir yıl sonra  Trabzon Lisesine  gelen Zeki Kocamemi  yedi ay kadar Trabzon Lisesinde görev yapar,sonra  istifa eder. Bu dönem içinde Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu keşfeder, onu Akademiye yönlendirir. Saim Özeren , Zeki Kocamemi Faroz’da  oturur.1950 li yıllarda Trabzon Lisesinin resim öğretmeni Kayıhan Keskinok  öğrencileri  ile  Trabzon Lisesinin altından patikaları geçerek Faroz kıyılarında denize  girerler. Yurt Resimleri  kapsamında 1938 yılında Trabzon’a  gelen  Saim Özeren’nin sınıf arkadaşı Mahmut Cuda  gemiden  gördüğü ve  Trabzon’a  yaklaşırken anlattığı Trabzon manzarası  Faroz’un  resmidir.Faroz’un Zühdü abisi (Zühtü Ellezoğlu)  Kayıhan Keskinok ile  Trabzon Lisesinde  birlikte  çalıştığı Faroz’lu resim  öğretmenidir.Bu değerli  isimler  sayesinde resim sanatı  Faroz’da  hep sevilir,  ilgi  görür. Osman Zeki Demirkale’nin  sanata  yönelmesinde  bu ortamın kuşaklara  devredilen  mirasının katkısı  mutlaka fazladır. 1964 yılında Liseyi  bitirdiğinde kendini  İstanbul Devlet  Güzel Sanatlar Akademisi’nde  bulur.Akademinin  en bilinen  hocalarından Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Trabzon’lu  olması , Trabzon’lu gençleri  mıknatıs  gibi akademiye  çeker. O dönem Trabzon’dan  Akademiye gelenler  arasında Burhan Uygur, Mehmet Özer, Muzaffer Akyol, Mustafa Ata, Saldıran Özmen gibi isimler de vardır.Beş yıl İstanbul’un ve Akademinin  havasını  soluduktan sonra  Adnan Çoker  atölyesinden  mezun  olur ve tekrar Trabzon’a  döner.Uzun yıllar Trabzon’un  çeşitli okullarında resim öğretmenliği yapar…

Akademide  bir  çok hocadan aldığı dersler, öğrendiği  bilgiler, derin  ilgisi ve  merakı ile  çoğaldıkça  resim öğretmenliğinin rutin yaşamı  ona  yetmez. Mesleğinin yanı sıra  resim çalışmalarını da sürdürür.Sergiler  açar.Siyah beyaz fotoğrafçılık  ayrı bir tutkudur onun için.Siyah ve beyaz lekenin gizemine  erdikçe; resimde   leke  ve  biçim  yalınlığına ulaşmak gerektiğine  inanır.  Çocukluğundan beri  taşıdığı Faroz  ve  deniz  tutkusunu  teknik  becerisi ile  birleştirir.Bu tutku  onu  omurgasını kendi çattığı, kendi teknesini yapacak kadar usta yapar. Doğa  tutkusu , inceleme,  gezme, görme, keşfetme, araştırma  yaşamının omurgası olur.

1995 yılında  yollarımızın  kesiştiği Osman Zeki  Demirkale için KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Resim Bölümü  yaşamının bundan sonraki belirleyeni olmuştur. Üniversitede  görev yaptığı dönemde  derin bilgi   birikimini öğrencilerine samimiyetle aktarma  gayreti  içinde  olur.Sanatta  analitik düşünce tarzı ve  teknik becerinin birlikteliğine  inanır. Ona göre sanatsal  yaratmanın temelinde etkin gözlem ve keskin kavrayış vardır.2002 yılında özgür ruhuna  uygun  olmadığını düşündüğü  üniversite  ortamında  kalmayı  tercih etmez  ve emekli  olur.

Osman Zeki Demirkale’nin  yaşamında  ve sanatında  çocukluğundan  beri onu biçimlendiren  Faroz kültürü  hep  vardır.1963 yılında Sahil yolu yapılıp evi  ile  denizin arasına boylu boyunca  uzansa da; o, denizden hiç kopmaz.Deniz ondan uzaklaştıkça o denize gider. İlk çocuğunun adı Deniz’dir. Teknesinden vazgeçtikten sonra  da sürer  deniz  tutkusu. Çünkü Faroz   demek; deniz  demektir,balık demektir. Faroz  demek; martı çığlığı demektir.Faroz  demek;  hareket  ve hayat kavgası demektir. Her gün sabahın  erken saatlerinde  Faroz’da  kıyıya  iner, sabah çayını Faroz Balıkçı Limanında  yudumlar. balıkçıları, tekneleri, ağdaki balıkları , martıları , kuşları izler, fotoğraflar…onları resme  aktarır. Bu gözlem aynı zamanda hızla  yok olan Faroz kültürünün  gündelik  görsel kayıdı gibidir. Bir kaç yıl önce açtığı “Faroz’un Kuşları”  fotoğraf sergisi  bu konuda  bir  farkındalık  yaratma  projesidir. Düşünün ki  bir insan yaşamında doğduğu, büyüdüğü sahilin iki  kez elinden alınıp doldurularak denizden uzaklaştırılmasına  tanık  olmuştur.

Osman Zeki Demirkale; kendi yaşamının önceliklerinin  dayattığı sorunlara çözüm ararken  dayanışmacı ve paylaşımcı  kimliğinin  getirdiği  misyonla  çevresindekilerin sorunlarına  da  çözüm  bulmak için uğraşır. Mekanik tamir, inşaat, deniz ve tekne  işlerini  ressamlığı ve fotoğrafçılığı ile  paylaşır.Fotoğraf makinası  bozulan, elektronik aleti bozulan  soluğu  onun kapısında  alır. Bu çok  yönlülük ona  bir  alanda  çok sayıda  eser vermesini engellemiştir ama; iyi gözlemci ve çözümcü olmayı öğretmiştir. Yaşamı;  çözülmesi  gereken bir  problem gibi  düşünen  Osman  Zeki Demirkale;  sanatı estetik problem  üretme çözüm bulmanın  uygulama   alanı olarak görür.

Resimlerini incelediğinizde; gözlem ve izlenimlerin aktarılması onu izlenimciliğe, iç dünyanın yansıması,anlık fırça vuruşları dışavurumculuğa  yaklaştırsa da ; o ne izlenimci, ne de dışavurumcudur. Çalışırken  ne izlenimci  savrukluğu ile kompozisyon  iddiasından  vazgeçer, ne  expresif taşkınlıkla  aklın denetimini reddeder. Ona  göre resim;  ciddiye alınması gereken, aklın süzgecinden  geçmiş, çoklu disipline  dayalı estetik bir  iştir. Kendi deyimi ile  “Bu iş namusu ile  yapılmalıdır.Hesapsız, kitapsız;  ölçüsüz, oransız resim yapılmaz”.Resminde modern bir dil  kullanmasına  karşın Akademinin klasik eğitiminin resim süreçlerine  hep  bağlıdır.Resmin temel ilkeleri , yeni  neslin  pek  ciddiye  almadığı  ama onun asla  vazgeçmediği resminin anayasası gibidir.Resimde  süslemeden ve fazla elemandan  hep  kaçınır. Her şey yeteri kadar  olmalıdır. Mizacıyla da örtüşen resim dilindeki bu minimalist tavrı aynı zamanda  hocası Adnan Çoker’in  resim-sanat felsefesinin  etkilerinin yansımalarıdır. Üst üste bindirilmiş , çoğu zaman birbirini yatay yönde  destekleyen  fırça lekeleriyle  oluşan yalın formlar  önce  kendini anlatır.Yeteri  kadar teknik ve estetik olgunluğa eriştikten sonra bir  hikayenin  parçası  olurlar.Bu nedenle  konu ve tema çok  önemli  değildir Osman Zeki Demirkale  için. Ancak samimi  anlatımlar  için yaşanmışlıklar  önemlidir.Bu  yaşanmışlıkların  ana  mekanı da  Faroz’dur.Yetkin  bir  gözlemle damla damla  biriktirdiği görsel  algıları tual  yüzeyinde  çok samimi,  sade, yalın, etkin ve çok renkli kompozisyonlara  dönüşür.Bu  kompozisyonlarda çoğu zaman  deniz, balık, balıkçılar, tekneler, horon oynayanlar, ağ örenler, martılar, Karadeniz peyzajları görülebilir.

Karadeniz  (Trabzon ) ressamları  rengi sever.Osman Zeki Demirkale rengi doğal  gerçekliğin gereği  olarak  değil, resminin izleyici  tarafından  keyifle  izlenmesi için tasarım problemi  olarak  ele  alır.Bu  nedenle özel  karışımlarla  olgunlaştırılmış renkler  hangi armonik skalada olursa  olsun  ışık  değeri  ve  doygunluk  açısından  sayısal  değerlerle  ifade edilebilir.

Altı  yıl    KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi  Resim Bölümünde  birlikte çalıştığım, aynı odayı  ve yirmi yıllık dostluğu paylaştığım  Osman Zeki Demirkale  sanat üretiminde  kesintiler  yaşasa da; Trabzon’da sanat kültürüne  farklı  alanlarda  kırk yılın üzerinde  katkı sağlamıştır. Taşrada sanat  yapmak, üretmek  zordur. Yaptıklarınızın bir  şekilde karşılığını almanız  gerekir ki yeniden  üretebilesiniz.O hiç bir  resmine  para  gözü ile  bakmamıştır. Şimdilerde “ tuale  iki  fırça  atıp  bunu  kaç  liraya  kime  satarım”  şeklinde  düşünenlerden olmamıştır. Düşlediği  resmi yapabiliyor olmanın  mutluluğu  ona  yetmiştir. Yetiştirdiği bir  çok  öğrenci de onun  izlerini yansıtacaktır.
 Farabi’ye göre “Sanat ve bilim itibar  gördüğü  yerde  barınır”. Eğer bir  toplumda bilim  insanı  ve  sanatçılar değer görüyorlar ise o toplumların  geleceği  parlaktır. Trabzon’da yaşayan ressamlar  içinde resmi  en iyi  bilenlerden  biri diyebileceğim  Osman Zeki Demirkale;  olgunluk döneminde kendi  memleketinde uzun  bir  aradan sonra tekrar  eserlerini sergiliyor ise; onun kentine  verdiklerinin  karşılığında kentinden ilgi ve değer  görmeyi beklemek hakkına  sahiptir.Trabzon da üstüne  düşeni yapacaktır  diye düşünüyorum. 14.06.2015