KENT BELLEĞİ VE SANAT
Kadir ŞİŞGİNOĞLU
KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü
Görsel Tasarım: Murat Germen
Kent; fiziksel bir bütünlüğe ve somutluğa sahip en büyük toplumsal birimdir. Aynı zamanda geniş bir toplumsal ilişkiler ağının hem yaratıcısı hem de düğüm noktasıdır. Kent’ler sadece maddi yapılardan ibaret değildir, insanın yabancı diye tanımladığı "kendisi gibi olmayan" ile, karşı karşıya geldiği, ilişki kurduğu ve birlikte yaşadığı yerdir. Rousseau'nun deyişiyle, "köyü, kasabayı evler oluşturur, kenti ise yurttaşlar".
“Nüfusunun büyük bölümünün
ekonomik faaliyet alanı olarak ticaret, sanayi, yönetim ve hizmetle ilgili
işlerle geçimini sağladığı toplumsal ve kültürel bir örgütlenmenin olduğu
yerleşim alanı şeklinde ifade edilen kent, insanların barınmadan, eğlenmeye tüm
ihtiyaçlarının karşılandığı ve sürekli bir toplumsal gelişim gösteren,
bütünleşme derecesinin yüksek olduğu (Keleş, 1973:7) yerleşim yeri olarak” ve
“fertler arası ilişkilerde geleneksel ilişkilerden çok rasyonel davranışların
ağırlıkta olduğu, günümüze has bir yerleşme biçimi ve topluluk türü olarak
tanımlanır” (Sencer, 1979: 9).
Türkçe’de “Kend”, Farsça’da
“Şehir” her tür yerleşme birimi anlamına
gelse de kent; belirli bir
ölçünün üzerindeki yerleşim yeri olarak tanımlanır. Arapça da karşılığı medeni olan
yer anlamına gelen “Medine” dir. Batı dillerindeki karşılığı için Latince de “civis”(vatandaşlık), civitas
(kendi kendini yöneten kent devleti),
aynı kökten İngilizce de “city”,
İtalyanca da “citta”, Almanca da
yönetsel ve siyasal bir anlam taşıyan
“stadt”, Latince de aynı anlamda urbs sözcüğü
kullanılmıştır. Fransızca da ise Urb kökünken türetilmiş “Urbain” sözcüğü dikkat çeker. Daha sonra Latince civis kökünden
üretilen “civilis” İngilizce “civilazation”
, Fransızca “civilasation” sözcükleri uygarlık anlamında kullanılmıştır.(Eczacıbaşı Sanat
Ansiklopedisi-2)
Wolf
Schneider’ın “insanın kendisi için
yarattığı bir dünyadır” diye tanımladığı İlk kentlerin ortaya çıkışı farklı kuramlarla açıklanabilmektedir.
Bunlar: Hidrolik toplum kavramı ve artı ürün, Pazar yeri olarak kent, Güç odağı
olarak kent, Kutsal yer olarak kent kuramlarıdır. Bu kuramlar kentlerin suya dayalı tarımsal
merkez, ticaret merkezi, siyasal merkez ve inanç merkezi olma özelliklerini sağlamıştır. Kentler organizasyonun zorunlu
olduğu karmaşık bir nüfus
ve toplum yapısını
barındırır. Gordon Childe, göre; bu
toplulukların birlikte
yaşama zorunluluğu toplumdaki
organik dayanışmayı ortaya çıkarır ki bu
uygarlık tarihinde “kentsel devrim’dir.”
Bu nedenle “uygarlık tarihi
kentlerin tarihidir”.
Kentler henüz kurulmadan, MÖ. 10.000’li yıllarda
Neolitik Dönem’le birlikte, ilk kez yerleşik hayata geçilmiştir. Bu dönemde,
Anadolu’da Güneydoğu Torosları eteklerinde, Diyarbakır-Çayönü, Körtik Tepe;
Batman-Hallan Çemi; Urfa-Nevali Çöri ve Göbekli Tepe gibi ilk köy yerleşimlerinin kurulduğunu
görüyoruz.
İnsanoğlunun
toprağa yerleştiği ve üretici bir duruma geçtiği bu Neolitik yerleşmeler, kentlerin
ortaya çıkışının ilk öncülleridir. Bunu Orta Anadolu’da MÖ. 7000’li
yıllarda kurulan Konya-Çatalhöyük ile Kuzey Irak’ta kurulan Jarmo yerleşmeleri
izler. Çatalhöyük’te evler, birbirine bitişik ve kerpiçten yapılmıştır. Evlerin
girişi, damların üzerindendir. Evlerin birbirine bitişik bir şekilde yapılması;
Çatalhöyük’ün, dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı korunmasını sağlamıştır.
Arkeologlara göre, nüfusu on bin çıvarında olan Çatalhöyük, artık köy
diyebileceğimiz bir yerleşimin özelliklerini çoktan aşmıştır. Çatalhöyük’teki
bu yapı, kentlerin ortaya çıkışının habercisi olmuştur.
Bu
öncü kentlerin ardından, MÖ. 4000’li yılların sonlarında Güney Mezopotamya’da yeni
kentler ortaya çıkmaya başlamıştır. Sümerler tarafından kurulduğu kabul edilen,
etrafı surlarla çevrili ve bir tapınak etrafında diğer yapıların yer alması ile
şekillenen ilk kentler, aynı zamanda siyasal olarak da birer kent devletidir.
Site adı verilen, bu kent devletlerine Ur, Uruk, Eridu, Lagaş, Kiş ve Larsa’yı
örnek verebiliriz. Mezopotamya’da ortaya çıkan bu gelişme, kısa bir süre sonra
benzer bir şekilde Mısır’da ve Hindistan
da ortaya çıkacaktır. Bu üç bölgede, kentlerin benzer bir şekilde ortaya
çıkmasında, coğrafi olarak Hindistan’da İndüs Nehri, Mısır’da Nil Nehri, Mezopotamya’da ise; Fırat ve Dicle
Nehirleri’nin varlığı etkili olmuştur. Kentler içinde yaşayan
toplumun gereksinimleri ve
kent yönetiminin iktidar
ideolojisine uygun şekilde gelişmiştir. Merkezinde çok katlı
tapınağın yer aldığı asimetrik planlı Mezopotamya kentlerinin
etrafı zamanla yüksek surlarla
çevrilir.
Nom
adı verilen Mısır kentleri Nil taşkınlarından etkilenmeyecek yüksek
eğimli bir araziye
kurulmuştur. Yolların dama
tahtası gibi ayrıldığı kentlerde piramitler sembol değeri
taşırken, firavunun yaşadığı
saray, varlıklıların
bulunduğu bölüm ile halkın
yaşadığı derme çatma
malzemeden yapılmış mütevazi konutların bulunduğu bölüm kalın
duvarlarla birbirinden ayrılmıştır.
Mısır ile Hindistan arasında
ticaret yollarının merkezinde
bulunan Mezopotamya kentlerı daha ölçülü , daha planlı
ve bakımlıdır. Mezopotamya
kentlerinde peyzaj toplum hayatına katkı sağlar. Asur Kralı 2.Nabukadnezar’ın karısı Semiramis adına yaptırdığı ünlü “Babil’in Asma Bahçeleri” dünyanın yedi harikasından biri sayılır.
Anadolu nerede ise Dünya Kentsel tarihinin tümünü örnekleyebilecek bir zenginliğe
sahiptir. Tarih öncesine özgü yerleşme
düzenlerinden Hatti’ler,
Hititler, Frigler, Truva ve Batı Anadolu Uygarlıkları, Roma, Bizans,
Selçuklu ve Osmanlı’dan günümüz kentlerine ulaşan kesintisiz bir evrimleşmenin izleri çoğu
kentte görülebilir.
Kent planlama düşüncesi İ.Ö. 5. yüzyılda Yunan yapı
geleneğinde köklenir. Buna ait ilk bulgular Miletos’lu Hippodamos’un yaşadığı
dönemden yüzyıllar öncesine tarihlenmektedir. Hippodamos’tan yüzyıllar önce Batı
Anadolu’da Smyrna ve Miletos kenti ileride neler yapılabileceğine dair ipuçları
da verir. Bir Yunan kentinin en önemli alanı topluluğun siyasal, dinsel ve
ekonomik açıdan odak noktası olarak kullanılan Agora’lardır. Esas olarak Agora
kentin sokak sisteminin merkezine uygun bir biçimde konumlandırılmış olan bir
açık alandır. Yönetim yapıları, stoalar, tapınaklar, altarlar, heykeller ve
diğer kamu yapıları kent geliştikçe agoranın çevresinde toplanır. Fakat
birbirlerinden bağımsız görünürler.
Romalılar Yunan sömürge
kentlerinin etkisinde kalarak dama tahtası kent planını
benimsemiş, buna en uygun düz
araziyi seçmişlerdir.Yunan uygarlığında egemenliğin halka bırakılmasından dolayı kent
merkezi Agoraya ve dinsel
yapılara göre planlanırken; Roma da yönetim
açısından en yüksek
onur imparatora ait olunca imparatorluğun görkemine
yakışır kamu yapıları ön plana
çıkmıştır. Temelde Yunan mimari biçimlerinden yararlanılmış
olsa da anıtsal yapı tutkusu insan ölçeğinden uzaklaşılmasına neden olur.
Roma’nın
çöküşünden sonra Ortaçağ kentleri
kuruluşları bakımından Eski Roma kentlerinin devamı olanlar, Derebey şatosu veya kilise etrafında kurulup kendiliğinden
gelişenler, 13.yz dan sonra
planlı olarak kurulan
ve gelişen kentler olmak üzere üç grupta
toplanabilir. Ortaçağ
kentlerinde meydanlar kamusal alanlar kent
yaşamının merkezidir. Ortaçağın sonuna
doğru lonca’ların güçlenmesi kentte
yaşayanların, yaşamını tarım dışı etkinliklerle kazanan insanların sayısını artırmıştır. Burg’lu dediğimiz “burjuvazi” sınıfı aristokratların ve ruhban
sınıfının yanında üçüncü bir
güç olarak yerini
almıştır. Burjuva sınıfının doğuşu ile Avrupa’da kentsel uyanış başlamıştır.
Yeni bir ekonomik yapı, yeni bir politik düzen, yeni bir dünya görüşünün yarattığı Rönesansl’a birlikte kentlerin yapısı da değişir. Ortaçağın
kendiliğinden organik bir biçimde ortaya çıkan kentsel formuna ve estetiğine
karşın, Rönesans’ta bilinçli bir düzen yaratma ve belli bir estetik anlayışa
ulaşma çabası hakimdir.
Kentler bütün parçaların bir arada düşünüldüğü, koordine edilerek
tasarlandığı bir sanat eseri olarak düşünülmüştür.
Barok dönemde
ise Rönesans döneminin aksine kent mimarisinde hareketlilik, çok yönlülük, birleşme ve
bütüne katılma, derinliğine
gelişme söz konusudur.
Barok kentin temel özellikleri XIX.yüzyılın ortalarına dek klasizm,
romantizm, naturalizm gibi farklı sanat akımlarını da içererek devam etmiştir.
Sanayi Devrimi toplumları temelinden sarsmış, her şey altüst olmuş ve
yeniden yapılanmıştır. Üretim biçiminin değişmesi yaşam biçimlerini etkilemiş kentler
karmaşık bir yapıya evrilmiştir. Fabrikalar, demiryolları ve sefalet mahalleleri sanayi
kentinin formunu belirleyen elemanlar olarak
kentlerde kendine yer bulmuştur.
20. yüzyılın
başında kentlerin artan nüfus
yapısı, karmaşık işlevleri, kent merkezlerinin
yükselen rant değerleri kentleri dikey
gelişmeye zorlamıştır. Günümüzde insan
aklını zorlayan yüksek kule yapılarının salgın olarak önce
Amerika sonra da diğer Avrupa
başkentlerinde görülmesi bu döneme
rastlar. Kentlerin insan
yaşamı için çekim
merkezi olması kentleri mütevazi görünümünden uzaklaştırmıştır. Önce metropoller oluşmuş, günümüzde ise bir çok metropol megapole dönüşmüştür.
Kentler; kuruluşundan
başlayarak günümüze kadar
geçirdiği değişimler ve dönüşümler ile dikey ve
yatay gelişirler. Bu günkü
fiziksel ve mekansal yapılarına kavuşurlar. Kentler geçirdiği tarihsel süreçlerin izlerini yeraltındaki dikey veya yerüstündeki yatay katmanlarında barındırırlar.
Bu izler kentlerin geçirdiği kültürel değişim evrelerini tanımamızı, günümüze kadar
ulaşamayan toplumları ve yaşam
biçimlerini anlamamızı sağlar. Kentlerdeki farklı dönemlere ait kültür katmanları yarattığı çeşitlilikle kent kültürü bütünlüğü oluştururlar. Kentten
kente değişen bu birikim
kentlerin mimari ve mekansal
zenginliklerini yaratır. Aslında kent önce yapısal bir oluşumdur, yani mimaridir. Ve bu mimari oluşan kent kültürünün
koruyucusudur. Kentin yatay ve dikey katmanlarında
biriken kültür varlıkları
toplumsal kültür ve bilincin oluşumuna da önemli katkılar sağlamaktadır.
Ancak;
kentleşmeye bağlı gelişmeler binlerce yılda oluşan kent dokusunu
derin bir biçimde dönüştürerek geçmişin izlerini silmekte ve içerdiği
katmanları yok etmektedir. Kentlerden geçmişin izleri
silindikçe kimlikleri kaybolur. İnsanlar gibi kentlerin de bir
kimliği vardır. Kimliğini yitiren insan nasıl ürker, tedirgin olur, panikler, varlığını
kanıtlayamama korkusuna kapılırsa, kentler de aynı durumu yaşayabilir. Kimliğini yitiren kentler; önce bozulurlar, geçmişle olan bağları
kopar, boşlukta kalır; sonra da yok olup giderler.
“Kent kimliği”
nedir, nasıl oluşur?..
Bir kentin coğrafi konumu, doğal ve tarihi dokusu, mimari yapısı, kentlinin ekonomik ve kültürel yaşayış biçimi, gelenek ve göreneği konusundaki özgünlüğü onun kimliğini oluşturur. (Aydeniz,2010). Bu kimlik kısa zamanda oluşmaz. Bir kenti diğerinden farklı yapan yüzlerce, binlerce yılı bulan yaşanmışlıkların birikimidir. Bu birikimlerin toplamı kentin belleğini oluşturur.
“Kent
Belleği” ne demektir?...
Kentin bugün var olduğu
toprakların üzerinde kurulmuş olan tüm medeniyetlerinden başlayarak günümüze kadar var olan, anı,
bilgi, nesne, obje, kitap, fotoğraf, ses kaydı, o kenti ve kentin kuruluşundan öncesini tarif eden,
anlatan, açıklayan, kayıt altına alınmış ve korunmuş olan eski ve yeni her şey Kent Belleğini oluşturur (Mustafa
Tekeli; 2011).
Kent belleğinin yaşaması kuruluşundan bu yana orada yapılanların, yazılanların, belgelerin, bulguların korunup saklanmasıdır. Kent Belleğinin korunması aynı zamanda kentlerin tarihsel sürekliliğinin korunması demektir. Tarihsel sürekliliğin korunması ile kentsel gelişim arasında denge sağlanamadığında geçmişe ait buluntular kent yaşamında aktif rolü olmayan işlevsiz alanlara dönüşür.
Kent belleğinin yaşaması kuruluşundan bu yana orada yapılanların, yazılanların, belgelerin, bulguların korunup saklanmasıdır. Kent Belleğinin korunması aynı zamanda kentlerin tarihsel sürekliliğinin korunması demektir. Tarihsel sürekliliğin korunması ile kentsel gelişim arasında denge sağlanamadığında geçmişe ait buluntular kent yaşamında aktif rolü olmayan işlevsiz alanlara dönüşür.
İnsan
bilinci kendi yaratımı olan maddi ve düşünsel doku ile yaşadığı
çevresi arasında sıkı bir etkileşim
ve etkilenme içindedir. Kent ile
insan arasındaki ilişki iki yönlüdür. Kentin yapısı; içinde yaşayan
insanı toplumsal değişim sürecinin her anında etkilerken bu süreçte üreten insan da
çevresini ve kentini değiştirir. Bu nedenle
insan kenti yaratırken, kent de insanı yaratır.
Bir
kentin yüzü size, içinde yaşayan insanın entelektüel yapısını ve bilincinin
gelişkinlik seviyesini anlatır. Bir kente bakarak, o kentin insanlarının,
toplumsal davranış biçimi ve siyasi, ekonomik ilişkilerinin yapısı hakkında
bilgi sahibi olabilirsiniz. Kentin kimliği insanın kültürel kimliğidir. Ve her
kent, topluma ve kendine yabancılaşan insanın ağrısını ve hüznünü yansıtır(Türkdoğan,2010).Kentin
yapısının belirlenmesinde o kentte yaşanan
üretim–tüketim ilişkileri, siyasal
ve ideolojik yapı, dinsel
inanışlar ile kentin coğrafi konumu ve
durumu etkendir. Kent kültürünün oluşumunda belirleyici olan bu etkenlere, kent toplumunun entelektüel süreçleri
içinde yer alan sanat’ da bu etkenlerden biridir. Ancak; sanatın kent yapısında değiştirici rolü, kentin ekonomik,
siyasal ve dinsel gücü
ile sınırlanır.
Bir kenti oluşturan
öğelerin bütünü, kentsel dokuyu oluşturmaktadır. Kentsel dokuyu oluşturan
elemanların mekan, form, renk, ışık, su, doğa gibi etmenlerden oluştuğu ve bu
birleşim sonucu kentin fiziki yapısının şekillendiği görülmektedir. İnsan öğesi
de bu birleşimle birlikte kentin ana eksenini oluşturmaktadır. Bütün bu
etmenler sanatın terminolojisi ile yakın bir ilişki içindedir. Bu durum kentsel
mekanların bir sanat yaratması olarak ele alınmasını olanaklı kılmaktadır.
(Altıntaş,2012)
Bir sanatsal
yaratım olarak değerlendirebileceğimiz kentlerin toplumsal ve yapısal durumu sanatçının
üretim sürecine yansır. Bu nedenle sanat ürünü; kentin fiziksel dokusunun estetik taşıyıcısıdır. Kentlerin fiziksel yapısı; o yapı içinde
üretilen-yaratılan kültürün giysisidir.
Kentin kültürel yapısı sanatı ve
sanatçıyı üretim süreci
içinde doğrudan etkilerken,
sanatın kent yapısının gelişimindeki etkisi dolaylıdır.
Kentin farklı gelişim
süreçleri içinde oluşmuş kültürel
unsurları kent belleği içinde
yer alır. “Sanatçı da bu belleği algıya, algıyı da biçime dönüştürür”.Kentte
yaratılmış biçimlerin üst üste katmanlar haline
gelerek oluşturduğu kent kimliği bireyler
ve toplumsal değerlere göre olumlu-olumsuz, güzel-çirkin gibi yargılarla
tanımlanmakta ve süreç içerisinde yeniden üretilmektedir Bu kimliğin, sürekli yaşayan gelişen, zenginleşen
ve yeni oluşumları - gelişmeleri hoşgörü
ile karşılayacak bir karakter taşıması gerekir.
Çok
katmanlı ve çok
kültürlü ortamda, geçmiş
kültürlerin sembolleri ile
yaşayan kent insanı ince bir sanat anlayışı ve estetik
zevke sahip olur. Bu durum insanın çevresiyle olan iletişimini doğrudan
etkiler. Böylelikle insanlar üzerinden kentler de yeni bir kimliğe, “sanatsal kimliğe” sahip olur.
Sanatçı
içinde barındırdığı duyarlılığı sayesinde çevresi ile yaşam arasında bağ
kurabilir, tarihsel kent dokusu içinde
geçmiş kültürlerin değerlerini
çok kültürlü okumalarla evrensel değerlere dönüştürebilir. Bu sanatsal yaratımlar kentin
sanatsal kimliğinin gelişimine katkıda
bulunduğu gibi, kent kültürünün zenginliğini de artırır.
İnsanlık
tarihi boyunca, toplumlar kültür birikimlerini kentlerde göstermişlerdir.
Toplum ve kent arasında sürekli bir etkileşim söz
konusudur. Toplumlar yaşadıkları kente hayat verirken
aynı zamanda geleceğin kentine şekil verir. Mumford’a göre ”kent insanın en büyük sanat yapıtıdır.”
aynı zamanda geleceğin kentine şekil verir. Mumford’a göre ”kent insanın en büyük sanat yapıtıdır.”
Tarihsel
kent dokusu, o toplumun kültür mirasının önemli bir bileşimidir. Kent
belleği kentleri geleceğe bağlayan
kültür mirasıdır. Kültür mirasının yok
olması geçmişin hızla unutulması,
geleceğin belirsizleşmesi demektir.
KAYNAKLAR
1-Altıntaş,
Osman . Birey Toplum İlişkisinde Kent
Kültürü, Kamusal Alan Ve Onda Şekillenen Sanat Olgusu – İDİL, 2012, Cilt 1,
Sayı 5 / Volume 1, Number 5
2-Aydeniz,Ebru
Yaşar,Kent Arkeolojisi Kavramının Dünyadaki Gelişimi ve Türkiyedeki Yansımaları
3-Roth,Leland.M,Mimarlığın Öyküsü, Kabalcı Yayınevi İstanbul,2011
4-Bayındırılık ve
İskan Bakanlığı,Kentleşme Şurası
2009 –Kentlilik Bilinci Kültür ve Eğitim Komisyonu
5-Binici,
A. Kentleşme Tarihi. Bilim Adamı Yayınları. Diyarbakır: 2005.
6-Drucker,
P.F. “Kapitalist Ötesi Toplum”, çev. Belkıs Çorakçı. İnkılâp Kitabevi.
İstanbul, 1993.
7-Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi 2
8-Erdoğan,E.
„Çevre ve Kent Estetiği‟. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi ZKÜ Bartın Orman
Fakültesi Dergisi. Cilt (8). Sayı 9. 2006.
9-Güney,Güney.-Özyıldırım,Sercan
Özgencil. İstanbul /Kent Belleği Mekansal Süreklilikler, İBB Kültür AŞ. Yayını,
2010
10-Habermas,
J. Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, çev. Tanıl Bora, Mithat Sancar, 5. bs,
İletişim Yayınları, İstanbul, 2003
11-Keleş,
R. 100 Soruda Türkiye‟de Şehirleşme, Gerçek Yayınevi, Ankara, 1973.
12-Mumford,,Lewis. Tarih Boyunca Kent-Kökenleri,Geçirdiği Dönüşümler ve
Geleceği, İstanbul 2007,
13-Sencer,
Y. Türkiye‟de Kentleşme. Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara: 1979.
14-Yahyagil,
M. Kentlerin kültürün gelişimine etkileri, Sosyoloji Konferansları, İ.Ü.İ.F.
İstanbul, 25.Kitap.
16-Şişginoğlu,Kadir. Müze Kültürü ve Eğitimi, Ankara 2011