30 Ekim 2013 Çarşamba


KENT BELLEĞİ  VE  SANAT
Kadir ŞİŞGİNOĞLU   
KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü



Görsel Tasarım: Murat Germen
Kent; fiziksel bir bütünlüğe ve somutluğa sahip en büyük toplumsal birimdir. Aynı  zamanda geniş bir toplumsal ilişkiler ağının hem yaratıcısı hem de düğüm noktasıdır. Kent’ler sadece maddi yapılardan ibaret değildir, insanın yabancı  diye  tanımladığı "kendisi gibi olmayan" ile, karşı karşıya geldiği, ilişki kurduğu ve birlikte yaşadığı yerdir. Rousseau'nun deyişiyle, "köyü, kasabayı evler oluşturur, kenti ise yurttaşlar".
“Nüfusunun büyük bölümünün ekonomik faaliyet alanı olarak ticaret, sanayi, yönetim ve hizmetle ilgili işlerle geçimini sağladığı toplumsal ve kültürel bir örgütlenmenin olduğu yerleşim alanı şeklinde ifade edilen kent, insanların barınmadan, eğlenmeye tüm ihtiyaçlarının karşılandığı ve sürekli bir toplumsal gelişim gösteren, bütünleşme derecesinin yüksek olduğu (Keleş, 1973:7) yerleşim yeri olarak” ve “fertler arası ilişkilerde geleneksel ilişkilerden çok rasyonel davranışların ağırlıkta olduğu, günümüze has bir yerleşme biçimi ve topluluk türü olarak tanımlanır” (Sencer, 1979: 9).
Türkçe’de “Kend”, Farsça’da “Şehir” her tür yerleşme  birimi anlamına gelse de  kent; belirli  bir  ölçünün  üzerindeki  yerleşim yeri olarak  tanımlanır. Arapça da karşılığı medeni olan yer anlamına gelen “Medine” dir. Batı dillerindeki  karşılığı  için Latince de “civis”(vatandaşlık), civitas (kendi  kendini yöneten kent devleti), aynı  kökten İngilizce de “city”, İtalyanca da “citta”, Almanca da  yönetsel ve siyasal  bir anlam taşıyan “stadt”, Latince de aynı anlamda  urbs sözcüğü kullanılmıştır. Fransızca da ise Urb kökünken türetilmiş “Urbain”  sözcüğü dikkat çeker. Daha  sonra Latince civis  kökünden  üretilen “civilis”  İngilizce “civilazation” , Fransızca “civilasation” sözcükleri uygarlık anlamında  kullanılmıştır.(Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi-2)
Wolf Schneider’ın “insanın  kendisi için  yarattığı  bir  dünyadır” diye  tanımladığı İlk kentlerin ortaya çıkışı  farklı kuramlarla açıklanabilmektedir. Bunlar: Hidrolik toplum kavramı ve artı ürün, Pazar yeri olarak kent, Güç odağı olarak kent, Kutsal yer olarak kent kuramlarıdır. Bu  kuramlar kentlerin suya dayalı tarımsal merkez, ticaret  merkezi, siyasal  merkez ve inanç merkezi olma  özelliklerini sağlamıştır. Kentler organizasyonun  zorunlu  olduğu karmaşık  bir  nüfus  ve  toplum  yapısını  barındırır. Gordon Childe, göre; bu  toplulukların birlikte  yaşama  zorunluluğu toplumdaki organik dayanışmayı  ortaya çıkarır ki bu uygarlık tarihinde  “kentsel devrim’dir.” Bu  nedenle  “uygarlık  tarihi  kentlerin tarihidir”.
Kentler henüz kurulmadan, MÖ. 10.000’li yıllarda Neolitik Dönem’le birlikte, ilk kez yerleşik hayata geçilmiştir. Bu dönemde, Anadolu’da Güneydoğu Torosları eteklerinde, Diyarbakır-Çayönü, Körtik Tepe; Batman-Hallan Çemi; Urfa-Nevali Çöri ve Göbekli Tepe  gibi ilk köy yerleşimlerinin kurulduğunu görüyoruz.
İnsanoğlunun toprağa yerleştiği ve üretici bir duruma geçtiği bu Neolitik yerleşmeler, kentlerin ortaya çıkışının ilk öncülleridir. Bunu Orta Anadolu’da MÖ. 7000’li yıllarda kurulan Konya-Çatalhöyük ile Kuzey Irak’ta kurulan Jarmo yerleşmeleri izler. Çatalhöyük’te evler, birbirine bitişik ve kerpiçten yapılmıştır. Evlerin girişi, damların üzerindendir. Evlerin birbirine bitişik bir şekilde yapılması; Çatalhöyük’ün, dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı korunmasını sağlamıştır. Arkeologlara göre, nüfusu on bin çıvarında olan Çatalhöyük, artık köy diyebileceğimiz bir yerleşimin özelliklerini çoktan aşmıştır. Çatalhöyük’teki bu yapı, kentlerin ortaya çıkışının habercisi olmuştur.

Bu öncü kentlerin ardından, MÖ. 4000’li yılların sonlarında Güney Mezopotamya’da yeni kentler ortaya çıkmaya başlamıştır. Sümerler tarafından kurulduğu kabul edilen, etrafı surlarla çevrili ve bir tapınak etrafında diğer yapıların yer alması ile şekillenen ilk kentler, aynı zamanda siyasal olarak da birer kent devletidir. Site adı verilen, bu kent devletlerine Ur, Uruk, Eridu, Lagaş, Kiş ve Larsa’yı örnek verebiliriz. Mezopotamya’da ortaya çıkan bu gelişme, kısa bir süre sonra benzer bir şekilde Mısır’da ve  Hindistan da ortaya çıkacaktır. Bu üç bölgede, kentlerin benzer bir şekilde ortaya çıkmasında, coğrafi olarak Hindistan’da İndüs Nehri, Mısır’da Nil Nehri,  Mezopotamya’da ise; Fırat ve Dicle Nehirleri’nin varlığı etkili olmuştur. Kentler içinde  yaşayan  toplumun  gereksinimleri  ve  kent  yönetiminin iktidar ideolojisine  uygun şekilde  gelişmiştir. Merkezinde çok  katlı  tapınağın  yer  aldığı asimetrik  planlı Mezopotamya  kentlerinin  etrafı  zamanla yüksek  surlarla  çevrilir.

Nom adı verilen Mısır  kentleri Nil  taşkınlarından  etkilenmeyecek  yüksek  eğimli  bir  araziye  kurulmuştur. Yolların dama  tahtası  gibi  ayrıldığı kentlerde piramitler  sembol değeri  taşırken, firavunun yaşadığı  saray, varlıklıların  bulunduğu  bölüm ile  halkın  yaşadığı derme çatma  malzemeden  yapılmış mütevazi  konutların bulunduğu  bölüm kalın  duvarlarla  birbirinden ayrılmıştır. Mısır ile Hindistan arasında  ticaret  yollarının   merkezinde   bulunan Mezopotamya kentlerı daha ölçülü , daha  planlı  ve  bakımlıdır. Mezopotamya kentlerinde peyzaj toplum hayatına katkı sağlar. Asur  Kralı 2.Nabukadnezar’ın karısı  Semiramis adına  yaptırdığı ünlü “Babil’in Asma  Bahçeleri” dünyanın yedi  harikasından biri sayılır.
Anadolu nerede ise Dünya Kentsel tarihinin tümünü  örnekleyebilecek bir  zenginliğe  sahiptir. Tarih öncesine özgü yerleşme  düzenlerinden Hatti’ler,  Hititler, Frigler, Truva ve Batı Anadolu Uygarlıkları, Roma, Bizans, Selçuklu  ve Osmanlı’dan günümüz  kentlerine ulaşan kesintisiz  bir evrimleşmenin izleri  çoğu  kentte  görülebilir.
Kent planlama düşüncesi İ.Ö. 5. yüzyılda Yunan yapı geleneğinde köklenir. Buna ait ilk bulgular Miletos’lu Hippodamos’un yaşadığı dönemden yüzyıllar öncesine tarihlenmektedir. Hippodamos’tan yüzyıllar önce Batı Anadolu’da Smyrna ve Miletos kenti ileride neler yapılabileceğine dair ipuçları da verir. Bir Yunan kentinin en önemli alanı topluluğun siyasal, dinsel ve ekonomik açıdan odak noktası olarak kullanılan Agora’lardır. Esas olarak Agora kentin sokak sisteminin merkezine uygun bir biçimde konumlandırılmış olan bir açık alandır. Yönetim yapıları, stoalar, tapınaklar, altarlar, heykeller ve diğer kamu yapıları kent geliştikçe agoranın çevresinde toplanır. Fakat birbirlerinden bağımsız görünürler. 
Romalılar Yunan sömürge  kentlerinin  etkisinde  kalarak dama tahtası  kent planını  benimsemiş, buna  en  uygun düz  araziyi seçmişlerdir.Yunan uygarlığında egemenliğin halka  bırakılmasından  dolayı kent  merkezi Agoraya  ve dinsel yapılara göre  planlanırken; Roma da yönetim açısından  en  yüksek  onur  imparatora ait  olunca imparatorluğun  görkemine  yakışır kamu yapıları ön plana  çıkmıştır. Temelde  Yunan mimari biçimlerinden  yararlanılmış  olsa da anıtsal  yapı  tutkusu insan ölçeğinden  uzaklaşılmasına neden  olur.
Roma’nın  çöküşünden  sonra Ortaçağ  kentleri  kuruluşları  bakımından  Eski Roma kentlerinin  devamı olanlar,  Derebey şatosu veya kilise  etrafında kurulup  kendiliğinden  gelişenler, 13.yz dan sonra  planlı  olarak  kurulan  ve  gelişen  kentler olmak üzere üç  grupta  toplanabilir. Ortaçağ  kentlerinde  meydanlar  kamusal alanlar  kent  yaşamının  merkezidir. Ortaçağın  sonuna  doğru lonca’ların güçlenmesi kentte   yaşayanların, yaşamını  tarım  dışı etkinliklerle kazanan  insanların sayısını  artırmıştır. Burg’lu  dediğimiz “burjuvazi”  sınıfı aristokratların ve  ruhban  sınıfının  yanında üçüncü  bir  güç  olarak  yerini  almıştır. Burjuva  sınıfının doğuşu ile Avrupa’da  kentsel uyanış  başlamıştır.
Yeni bir ekonomik yapı, yeni bir politik düzen,  yeni bir dünya görüşünün yarattığı  Rönesansl’a birlikte  kentlerin yapısı da değişir. Ortaçağın kendiliğinden organik bir biçimde ortaya çıkan kentsel formuna ve estetiğine karşın, Rönesans’ta bilinçli bir düzen yaratma ve belli bir estetik anlayışa ulaşma çabası hakimdir. Kentler bütün parçaların bir arada düşünüldüğü, koordine edilerek tasarlandığı bir sanat eseri olarak düşünülmüştür.
Barok dönemde  ise Rönesans döneminin aksine kent mimarisinde  hareketlilik, çok yönlülük, birleşme  ve  bütüne  katılma, derinliğine gelişme söz konusudur. Barok kentin temel özellikleri XIX.yüzyılın ortalarına dek klasizm, romantizm, naturalizm gibi farklı sanat akımlarını da içererek devam etmiştir.
Sanayi Devrimi toplumları temelinden sarsmış, her şey altüst olmuş ve yeniden yapılanmıştır. Üretim biçiminin değişmesi yaşam biçimlerini etkilemiş kentler karmaşık bir  yapıya  evrilmiştir. Fabrikalar, demiryolları ve sefalet mahalleleri sanayi kentinin formunu belirleyen elemanlar  olarak kentlerde kendine  yer bulmuştur.
20. yüzyılın  başında kentlerin  artan  nüfus  yapısı, karmaşık  işlevleri, kent  merkezlerinin  yükselen  rant  değerleri kentleri  dikey  gelişmeye  zorlamıştır. Günümüzde  insan  aklını  zorlayan yüksek  kule yapılarının salgın  olarak önce  Amerika sonra da  diğer  Avrupa  başkentlerinde  görülmesi bu  döneme  rastlar. Kentlerin insan  yaşamı  için   çekim  merkezi  olması kentleri  mütevazi görünümünden  uzaklaştırmıştır. Önce metropoller  oluşmuş, günümüzde  ise bir  çok metropol megapole  dönüşmüştür.
Kentler; kuruluşundan  başlayarak günümüze kadar  geçirdiği değişimler ve dönüşümler ile dikey  ve  yatay gelişirler. Bu günkü  fiziksel  ve  mekansal yapılarına  kavuşurlar. Kentler geçirdiği tarihsel  süreçlerin izlerini yeraltındaki dikey  veya yerüstündeki yatay katmanlarında barındırırlar. Bu izler kentlerin geçirdiği  kültürel  değişim evrelerini tanımamızı, günümüze  kadar  ulaşamayan toplumları  ve  yaşam  biçimlerini anlamamızı sağlar. Kentlerdeki  farklı dönemlere  ait kültür katmanları yarattığı  çeşitlilikle kent  kültürü bütünlüğü oluştururlar. Kentten kente  değişen bu  birikim  kentlerin mimari  ve  mekansal  zenginliklerini yaratır. Aslında kent önce  yapısal bir oluşumdur, yani  mimaridir. Ve bu   mimari oluşan kent  kültürünün  koruyucusudur. Kentin yatay ve dikey  katmanlarında  biriken  kültür varlıkları toplumsal kültür ve bilincin oluşumuna da önemli katkılar sağlamaktadır.

Ancak;  kentleşmeye  bağlı  gelişmeler binlerce yılda oluşan kent dokusunu derin bir biçimde dönüştürerek geçmişin izlerini silmekte ve içerdiği katmanları yok etmektedir. Kentlerden  geçmişin  izleri  silindikçe  kimlikleri  kaybolur. İnsanlar gibi kentlerin de bir kimliği vardır. Kimliğini yitiren insan nasıl ürker, tedirgin olur, panikler, varlığını kanıtlayamama korkusuna kapılırsa, kentler de aynı durumu  yaşayabilir. Kimliğini yitiren kentler; önce bozulurlar, geçmişle olan bağları kopar, boşlukta kalır; sonra da yok olup giderler. 

Kent kimliği” nedir, nasıl oluşur?..

Bir kentin coğrafi konumu, doğal ve tarihi dokusu, mimari yapısı, kentlinin ekonomik ve kültürel yaşayış biçimi, gelenek ve göreneği konusundaki özgünlüğü onun kimliğini oluşturur. (Aydeniz,2010). Bu kimlik kısa zamanda oluşmaz. Bir  kenti  diğerinden  farklı  yapan yüzlerce, binlerce yılı bulan yaşanmışlıkların birikimidir. Bu  birikimlerin  toplamı kentin  belleğini oluşturur.

“Kent Belleği” ne demektir?... 

Kentin bugün var olduğu toprakların üzerinde kurulmuş olan tüm medeniyetlerinden başlayarak günümüze kadar var olan, anı, bilgi, nesne, obje, kitap, fotoğraf, ses kaydı, o kenti  ve kentin kuruluşundan öncesini tarif eden, anlatan, açıklayan, kayıt altına alınmış ve korunmuş olan eski ve yeni her şey Kent Belleğini oluşturur (Mustafa Tekeli; 2011).
 Kent  belleğinin  yaşaması  kuruluşundan bu yana orada yapılanların, yazılanların, belgelerin, bulguların korunup saklanmasıdır. Kent  Belleğinin  korunması  aynı  zamanda kentlerin  tarihsel  sürekliliğinin korunması demektir. Tarihsel sürekliliğin  korunması ile kentsel  gelişim arasında  denge sağlanamadığında geçmişe  ait buluntular kent  yaşamında  aktif   rolü olmayan işlevsiz  alanlara dönüşür.

İnsan bilinci kendi yaratımı olan maddi ve düşünsel doku ile  yaşadığı  çevresi arasında  sıkı bir etkileşim ve etkilenme içindedir. Kent ile  insan  arasındaki ilişki iki  yönlüdür. Kentin yapısı; içinde  yaşayan  insanı toplumsal değişim sürecinin her anında  etkilerken bu süreçte üreten insan da çevresini ve kentini değiştirir. Bu nedenle insan kenti yaratırken, kent de insanı yaratır.

Bir kentin yüzü size, içinde yaşayan insanın entelektüel yapısını ve bilincinin gelişkinlik seviyesini anlatır. Bir kente bakarak, o kentin insanlarının, toplumsal davranış biçimi ve siyasi, ekonomik ilişkilerinin yapısı hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz. Kentin kimliği insanın kültürel kimliğidir. Ve her kent, topluma ve kendine yabancılaşan insanın ağrısını ve hüznünü yansıtır(Türkdoğan,2010).Kentin yapısının belirlenmesinde  o kentte  yaşanan  üretim–tüketim ilişkileri, siyasal  ve  ideolojik yapı, dinsel inanışlar ile kentin coğrafi konumu ve  durumu etkendir. Kent kültürünün oluşumunda  belirleyici olan bu  etkenlere, kent toplumunun entelektüel  süreçleri  içinde  yer alan  sanat’ da bu etkenlerden  biridir. Ancak; sanatın  kent yapısında  değiştirici rolü, kentin ekonomik, siyasal  ve  dinsel gücü  ile  sınırlanır.
Bir kenti oluşturan öğelerin bütünü, kentsel dokuyu oluşturmaktadır. Kentsel dokuyu oluşturan elemanların mekan, form, renk, ışık, su, doğa gibi etmenlerden oluştuğu ve bu birleşim sonucu kentin fiziki yapısının şekillendiği görülmektedir. İnsan öğesi de bu birleşimle birlikte kentin ana eksenini oluşturmaktadır. Bütün bu etmenler sanatın terminolojisi ile yakın bir ilişki içindedir. Bu durum kentsel mekanların bir sanat yaratması olarak ele alınmasını olanaklı kılmaktadır. (Altıntaş,2012)

Bir  sanatsal  yaratım  olarak  değerlendirebileceğimiz kentlerin toplumsal  ve yapısal durumu  sanatçının  üretim  sürecine yansır.  Bu nedenle sanat  ürünü; kentin fiziksel dokusunun estetik  taşıyıcısıdır. Kentlerin  fiziksel yapısı; o yapı  içinde  üretilen-yaratılan  kültürün giysisidir. Kentin kültürel  yapısı  sanatı ve  sanatçıyı  üretim  süreci  içinde  doğrudan etkilerken, sanatın   kent yapısının  gelişimindeki etkisi  dolaylıdır.  Kentin farklı gelişim  süreçleri  içinde oluşmuş kültürel unsurları  kent belleği  içinde  yer alır. “Sanatçı da bu belleği algıya, algıyı da biçime dönüştürür”.Kentte yaratılmış  biçimlerin  üst üste katmanlar  haline  gelerek oluşturduğu kent  kimliği bireyler ve toplumsal değerlere göre olumlu-olumsuz, güzel-çirkin gibi yargılarla tanımlanmakta ve süreç içerisinde yeniden üretilmektedir Bu  kimliğin, sürekli yaşayan gelişen, zenginleşen ve yeni  oluşumları - gelişmeleri  hoşgörü  ile karşılayacak  bir  karakter taşıması  gerekir.
Çok katmanlı  ve  çok  kültürlü ortamda, geçmiş  kültürlerin sembolleri ile  yaşayan  kent  insanı ince bir sanat anlayışı ve estetik zevke sahip olur. Bu durum insanın çevresiyle olan iletişimini doğrudan etkiler. Böylelikle insanlar üzerinden kentler de yeni bir kimliğe,  “sanatsal kimliğe” sahip  olur.

Sanatçı içinde barındırdığı duyarlılığı sayesinde çevresi ile yaşam arasında bağ kurabilir, tarihsel kent  dokusu  içinde  geçmiş  kültürlerin değerlerini çok kültürlü okumalarla evrensel değerlere dönüştürebilir. Bu sanatsal yaratımlar  kentin  sanatsal kimliğinin gelişimine katkıda  bulunduğu  gibi, kent  kültürünün zenginliğini de  artırır.
İnsanlık tarihi boyunca, toplumlar kültür birikimlerini kentlerde göstermişlerdir. Toplum ve kent arasında sürekli bir etkileşim söz konusudur. Toplumlar yaşadıkları kente hayat verirken
aynı zamanda geleceğin kentine şekil verir. Mumford’a göre ”kent insanın en büyük sanat  yapıtıdır.”


Tarihsel kent dokusu, o toplumun kültür mirasının önemli bir bileşimidir. Kent belleği  kentleri geleceğe bağlayan kültür  mirasıdır. Kültür mirasının yok olması geçmişin  hızla unutulması, geleceğin  belirsizleşmesi demektir.

KAYNAKLAR
1-Altıntaş, Osman . Birey Toplum İlişkisinde Kent Kültürü, Kamusal Alan Ve Onda Şekillenen Sanat Olgusu – İDİL, 2012, Cilt 1, Sayı 5 / Volume 1, Number 5
2-Aydeniz,Ebru Yaşar,Kent Arkeolojisi Kavramının Dünyadaki Gelişimi ve Türkiyedeki Yansımaları
3-Roth,Leland.M,Mimarlığın Öyküsü, Kabalcı Yayınevi İstanbul,2011
4-Bayındırılık  ve  İskan Bakanlığı,Kentleşme  Şurası 2009 –Kentlilik Bilinci Kültür  ve  Eğitim Komisyonu
5-Binici, A. Kentleşme Tarihi. Bilim Adamı Yayınları. Diyarbakır: 2005.
6-Drucker, P.F. “Kapitalist Ötesi Toplum”, çev. Belkıs Çorakçı. İnkılâp Kitabevi. İstanbul, 1993.
7-Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi 2
8-Erdoğan,E. „Çevre ve Kent Estetiği‟. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi ZKÜ Bartın Orman Fakültesi Dergisi. Cilt (8). Sayı 9. 2006.
9-Güney,Güney.-Özyıldırım,Sercan Özgencil. İstanbul /Kent Belleği Mekansal Süreklilikler, İBB Kültür AŞ. Yayını, 2010
10-Habermas, J. Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, çev. Tanıl Bora, Mithat Sancar, 5. bs, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003
11-Keleş, R. 100 Soruda Türkiye‟de Şehirleşme, Gerçek Yayınevi, Ankara, 1973.
12-Mumford,,Lewis. Tarih Boyunca Kent-Kökenleri,Geçirdiği Dönüşümler ve Geleceği, İstanbul 2007,
13-Sencer, Y. Türkiye‟de Kentleşme. Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara: 1979.
14-Yahyagil, M. Kentlerin kültürün gelişimine etkileri, Sosyoloji Konferansları, İ.Ü.İ.F. İstanbul, 25.Kitap.
15-Türkdoğan,Fatma.Kent Tarihi Dokusunun Sanat ve Sanatçılar Üzerine Etkisi, www.milliyetblog
16-Şişginoğlu,Kadir. Müze Kültürü ve Eğitimi, Ankara 2011





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder