19 Kasım 2019 Salı




RÖNESANSIN KALBİ  FLORANSA  ve                                                            MEDİCİ’LERİN MUHTEŞEM MİRASI   UFFİZİ MÜZESİ


Kadir ŞİŞGİNOĞLU *

Kentler de insanlar gibidir. Hem  bedeni,  hem de  ruhu  vardır. Kentlerin  bedenini oluşturan farklı  dönemlere  ilişkin ayakta kalmayı  başarmış mimari yapılardır. Kentlerin ruhu ise; o kenti  kuranların, yaşatanların  kentte bıraktığı izdir. Daha kestirme  bir  anlatımla; kente değer katanların o kente  üflediği nefesidir. Bir  kentin nefes aldığını  tarihin farklı dönemlerine ait kültürel izlerinin görülebilir olmasından anlarız. Kültürel süreklilik  ve  dönemler arası kültürel  ilişki aynı zamanda kentlerin kimliğidir. Kimlik ise sadece görünen  kısım ile  ilgili değildir.  Kentlerin ruhu da kimliğinin önemli bir parçasıdır. Bedeni  ile  ruhu biri birini tamamlayan  kentler kimlikli  kentlerdir, insanı  kendine  çeker. Bir  kentin kimliği yoksa aslında  kentte  yaşayanların da  kimliği yoktur.

Rönesans’ın  ve  Sanatın Başkenti-Floransa
1.Yüzyılda Arno  nehrinin  hemen  kıyısında Etrüsklerin kurduğu Floransa; ruhunu , kimliğini en  iyi yansıtan  kentlerden  biridir. Floransa, sadece Kuzey İtalya’daki Toskana bölgesinin başkenti  değildir. Kültürü, tarihi, mimarisiyle dünyadaki en önemli turistik şehirlerden biri olan Floransa  aynı zamanda  “Rönesan’sın  ve Sanatın  başkenti”dir. Bir  yılda  yaklaşık on beş  milyon  kişinin  ziyaret ettiği bu kent  Rönesans’ın doğuşuna  tanıklık etmiş, Leonardo Da Vinci, Michelangelo gibi dünyadaki en önemli sanatçıları  yetiştirmenin övüncünü  yaşamıştır.

Romalıların önce bir  garnizon kentine, sonra da  zengin bir  ticaret merkezine  dönüştürdüğü Floransa,  Roma gücünü   kaybetmeye  başladığında sırasıyla; Got, Bizans  ve Lombardların eline  geçer  ve bir  süre  sessizliğe gömülür. 12.yüzyılda ise veba  salgını kent nüfusunun  yarısını yok eder. Şehir bankacılığın ve Papa’nın yardımıyla tekrar kendini toparlar. 15. Yüzyıldan başlayarak üç yüzyıl boyunca Floransa ve Toskana’nın tek hâkimi olan Medici ailesi  kentin sosyal ve siyasal yaşamını etkiler. Medici ailesi ile  Floransa ekonomik bakımdan zenginleşir. Floransa 1861 yılında İtalyan Birliği’ne katılır ve 1865–71 yılları arasında çok kısa bir dönem yeni krallığın başkenti olur. II. Dünya savaşında Mussolini’nin yanında olan şehir, Alman ordularının İtalya’dan çekilmesi sırasında yoğun bombardımana maruz kalır ve adeta yerle bir edilir. Savaşın bitmesiyle Floransa; adeta küllerinden yeniden doğmuştur. Günümüzde Floransa; dört yüz bine  yakın  nüfusuyla İtalya’nın en dikkat çekici şehridir.

Floransa Roma’lılardan başlayarak çoğunluğu Rönesans döneminde Medicilerin eklediği bir çok mimarlık  şaheseri ile müze kent görünümündedir. Arno nehrinin kenarından on dakikalık  keyifli  bir yürüyüşle özenli, temiz  ve bakımlı sokaklarından  geçip Dante, Galileo ve Michelengelo’nun anıt  mezarına  ev sahipliği  yapan, yanında Dante’nin  heykelinin   bulunduğu  Basilica di Santa  Croce’ye  ulaşabilirsiniz. Hediyelik eşya  satıcılarını, yoğun insan gruplarını takip ettiğinizde hangi yönden  giderseniz  gidin Floransa’nın kalbi Piazza Della Signoria’da kendinizi bulursunuz. Bu  meydanda Michelengelo’nun  ünlü David heykelinin kopyasını,  Bandinelli’nin Herkül ve Casus, Ammanati’nin Nettuno heykelini, Floransa Belediye  Binası Palazzo Vecchio’yu görebilirsiniz. Bu meydanın  her  bir  bölümünde yer alan eserleri izlerken her biri farklı  mitolojik öyküler eşliğinde Floransa  sizi kendini yaşamaya  davet  eder.
Floransalı  ve Vatikan’ın baskısından kaçan Dönemin en önemli sanatçıları Floransa’nın  büyüsüne  kapılmış burada eserlerini üretmişlerdir.  Adını bahar  tanrıçası Floradan alan  kent, Medicilerin desteği ile her  türden binlerce sanat  eseri  biriktirir. Geç Gotik Dönem ile  Erken Rönesansı biri birine bağlarken, resim sanatında doğal perspektife  bağlı biçimlendirme ve renklendirme tekniği ile kendine  özgü kompozisyon anlayışını geliştiren Floransa okulu da  burada doğar. Bu  ekolün çok sayıda başyapıtı Uffizi sarayında yerini  alır.

Dünyanın Halka açılan ilk  müzesi Uffizi
Uffizi İtalyancada  ‘Ofisler’ anlamına  gelir. Uffizi sarayının hikayesi Cosimo de’Medici tarafından  1564’de Giorgio Vasari’yi görevlendirmesi  ile   başlar. Amaç devletin idari işleri ve yargıçlar  için ofis ve toplantı salonları içeren bir devlet binası yapılmasıdır. Mimar, ressam ve sanat tarihçisi Vasari, Medici Sarayı’na bitişik olarak tasarladığı yapıyı Arno Nehri’ne kadar uzatarak Ponte Vecchio köprüsüne bağlar. İçindeki uzun iç avluya Dorik revaklar, nişler, kesintisiz saçaklarla o tarihe kadar hiç görülmemiş bir kent peyzajı  yaratır, Uffizi Sarayı’nı Vecchio Köprüsü’nün üstünden geçen bir geçitle de nehrin karşı yakasına, Medicilerin  yaşadığı  Pitti Sarayı’na bağlayan bu koridor İnsan aklına şaşkınlık  veren sanat şaheserine dönüşür. Vasari Koridoru diye anılan bu geçit ve saray, sonradan aile koleksiyonunun sergilendiği bir galeri, daha sonra da Floransa ve Avrupa’nın en önemli müzesi olur.  

Medici ailesinin sürekli yeni eserler toplaması ile  genişleyen koleksiyona  yeni alanlar gerekli  olmuştur. Vasari’nin 1574’de ölümü ile  inşaat onun tasarımı doğrultusunda Alfonso Parigi ve Bernardo Buontalenti tarafından sürdürülür. 1589’dan beri korunan Tribuna Ottagonale olarak bilinen muhteşem sekizgen yapı ortaya  çıkar.  17. Yy başında 2. ve 3. kat koridor tavanları bitirilir, sonraki çağlarda Porselen Oda ve Otoportre Salonu inşa edilir. Sonuçta bugünkü, U plânlı kompleks yapı ortaya çıkmıştır. 1737’de III.Cosimo’nun kızı Anna Maria Luisa de Medici, bir “Patto di famiglia” (Aile Paktı) imzalayarak halka sergilenmekte olan tüm Medici koleksiyonunu Floransa şehrine bağışlar. Böylelikle Uffizi dünyada  halka  açılan  ilk müze olur.

Uffizi’nin  Başyapıtları
Uffizi  galerisini gezerken   gotik dönemden  başlayıp erken Rönesans, Olgun  Rönesans, Maniyerizm ve  Barok  dönemlere ilişkin sanat tarihinin en önemli başyapıtların orijinalleri   ile karşılaşmanın heyecanını yaşayabilirsiniz. Hatta ‘Stendhal sendromunuz’ varsa  (sanat eserleri karşısında  fazla  heyecanlanıyor kalbiniz  fazla  çarpıyor  ise) aman dikkat. Son dönemlerde basına yansıyan Botticelli’nin İlkbahar ve  Venüsün Doğuşu isimli eseri önünde kalbi duran, Caravaggio’nun  Medusa  isimli  yapıtları önünde bayılan izleyici haberleri kulağınıza küpe  olsun.
Bu iki  başyapıtın dışında Cimabue (Madonna Enthroned),  Giotto (Ognissanti Madonna -Tüm Azizler ve Meryem), Filippo Lippi  (Çocuklu Meryem ve İki Melek), Fra Angelico (Bakire'nin  taçlandırılması), Leonardo da Vinci ve Verrocchio  ustanın  birlikte  yaptığı ( Meryem’e Müjde), Michelangelo ( Doni Tondo). Tiziano (Urbino Venüsü), Raffaello (iki Kardinaller ile Papa Leo X portresi), Parmigianino ( Long Neck ile Madonna), Baccio Bandinelli (Laocon ve Oğulları)  hayranlık  duyacağınız başyapıtlardan  bazılarıdır.

Uffizi’nin Osmanlı’ları
Dönemlerinin güçlü yöneticileri, kral ve imparatorlarının portrelerinin  yer aldığı üst kat koridoru gezerken Osmanlı İmparatorluğu'nun padişahlarından da bir kısmının  resmi size tanıdık gelebilir. Yanlarına  İtalyanca  yazılmış isimleri okuduğunuzda  bunların Sultan Murat, Fatih Sultan Mehmet, 1.Beyazıd, Kanuni, Sultan Selim, Hürrem Sultan ve Mihrimah Sultan’ın resimleri olduğunu anlarsınız. Uffizi’nin Gioviana koleksiyonun bir parçası olan Sultan l. Beyazid’in portresi, Bronzino’nun öğrencisi olan Cristofano dell’Altissimo’nun 1562’de Floransa’ya dönmeden önce Como’da gerçekleştirdiği bir dizi portre arasında yer almaktadır.
Yılda yaklaşık iki buçuk  milyonun  üzerinde  insanın  ziyaret ettiği Uffizi Müzesi, zengin koleksiyonu ile sadece Floransa’nın sembollerinden  biri değildir. Aynı zamanda Avrupa ve   Dünya kültür mirasına katkı  sağlayan kurumlarından  biridir. Floransa’nın  doksan  müzesinden  biri  olan Uffizi’yi rezervasyon yaptırmadan ziyaret etmek  istediğinizde  beş yüz metreye uzanan  kuyrukta iki  saat kadar beklemeyi göze  almanız gerekli. Sanat zehirlenmesi yaşayarak mutlu çıkacağınız müzeden sadece bazı bölümlerde  ışıklandırma biraz daha iyi  olabilir  mi?  diye bir  soru  aklınıza takılabilir


*Trabzon Üniversitesi Fatih Eğitim Fak. Güzel Sanatlar  Eğitimi Bl.


16 Mayıs 2019 Perşembe




2.NİĞ-BOR SANAT GÜNLERİ- HALİBASART

Kadir ŞİŞGİNOĞLU

Neolitik dönemden başlayarak Hitit, Asur, Frig, Pers, Roma, Bizans, Selçuklu, Moğol- İlhanlı  ve Osmanlı uygarlıklarına  ev sahipliği yapan Niğde  ve çevresi bu uyarlıklara ait taşınır - taşınmaz kültür  mirası  örneklerinin görülebildiği ender  kentlerimizden  biridir. Sahip  olduğu olağanüstü doğası  ve  kültür  mirası  ile adeta  on bin yıllık  çeyiz sandığına  benzeyen Niğde; farklı dönemlere ilişkin çeşitli eserlerin ve mimarlık  yapılarının en güzel örneklerini barındırıyor. Bunlardan Niğde Kalesi, Saat Kulesi ve üzerinde yer alan Alaaddin Camii ile  diğer yapılar Dünya Kültür  Mirası Listesine girmiş  yapı topluluklarıdır.

Köşkhöyük ve Pınarbaşı’ndan başlayan kültür birikimi, Tyana (Kemerhisar) dan sonra Selçuklular döneminde  Bor üzerinden  Niğde’ye doğru kaymıştır. Niğde asıl kent  kimliğini Selçuklu zamanında  kazanmıştır. Bor; bu kültür yolculuğunun Niğde’den önceki son durağıdır. Niğde’ye göre, farklı  kültürlerin görünen ve görünemeyen izlerini daha  çok yansıtır. Tarihsel geçmişindeki madencilik, tarım ve askeri lojistik kimliğini  belirgin olarak sürdürmeye devam ediyor. Sanat kültür alanında ise geçmişin çok kültürlü ince zevkinden giderek uzaklaşıp, var olanı hızla tüketme kabalığına yönelmiş tipik orta Anadolu kasabası görünümünde. Ayakta kalmayı  başarabilmiş Osmanlı yapısı Paşa Camii , eski bir kilise  üzerine inşa edilmiş Cığızoğlu Konağı, restorasyonu yapılarak  Belediye  Kültür Sanat Evine  dönüştürülen Ermeni Kilisesinden başka tarihi yapılar yok denecek az. Paşa Caminin altındaki Osmanlı hamamı ise bir restorasyon faciası örneği. Yenilenen kubbelerinden  su aldığından iç kısmında duvarlar büyük oranda ıslanmış. Restorasyonu  yapan  firma bırakıp gittiği için bu birinci sınıf yapının içi nerede şehir  çöplüğüne  dönüşmüş. Paşa Caminin aşağısındaki tarihi sokakta  yer alan eski sivil mimarlık örnekleri tam anlamıyla  kaderine terkedilmiş. Çoğunluğu restorasyonu bile  yapılamayacak kadar viran durumda. Sadece, Bor’u yukarıdan aşağıya  doğru süzen, üç katlı bir taş konak ayakta. Sokakla  birlikte ele alınarak restorasyonu  yapıldığında bu konağa “kent müzesi” kimliği  çok  yakışır. Aynı zamanda Bor’a kazandırdığı tarihsel kimlikle birlikte bir  turizm çekim  merkezi olur. Ancak  bütün bunların  yapılabilirliği kent kültürü duyarlılığı yüksek Bor’luların girişimlerine,  desteğine bağlı.

Serkan Haliloğulları da, memleket sevgisi ve kent  kültürü duyarlılığı yüksek Bor’lu genç bir iş insanı. Sanatın insanın ve toplumun gelişimine ne  denli katkı  sağladığını, sanat üretmenin insana ve topluma  ne denli prestij kazandırdığını yurt dışı yaşamında görmüş, deneyimlemiş. Bor halkını sanatla  buluşturmak için kurduğu HalibasArt  şirketi ile bu sene 2.sini düzenlediği “Niğ-Bor Sanat Günleri’nde” farklı etkinliklerle yaklaşık 45 gün boyunca Bor’Sanat da sanat konuşuldu. Sanat Günleri  kapsamında Arnavut sanatçı Saimir Strati ile 300 yüz bin  vida ile Bayraklı Atatürk portresi yapılarak  Dünya Rekoru kırma denemesi yapıldı ve sonuçlandı. Engelsiz sanat kapsamında ise kollarını kullanamayan iki değerli sanatçımızdan Yusuf Akgün ağzı ile,  Melih Ünlüler ise protez kolları ile  resim yaptılar. Çalıştay  kapsamında  dünyanın farklı ülkelerinden  gelen 22 sanatçının aynı ortamda ürettikleri  eserler sergilendi. Çalışmalar halka  açık olarak eski Ermeni Kilisesinde yapıldı. Niğde Ömer Halis Demir Üniversitesi de, bu etkinliğin içinde yer almak  istediği için,  Üniversitenin Kültür  Merkezinde farklı tarihlerde sanatçı  söyleşileri  yapıldı.Trabzon Üniversitesi Öğretim Görevlisi Kadir Şişginoğlu tarafından üniversite öğrencileri ve öğretim üyelerine “Kültürel Miras ve Müze Kültürü” başlıklı  bir konferans verildi. Küçücük bir  kentte insanların yaşamına  sanat girdi. Okullardan gruplar  halinde gelen  öğrenciler  sanatçılarla tanıştı. Birlikte eser ürettiler. En önemlisi atıl bir şekilde bekleyen kilise binası, bir kültür merkezi işlevi  kazanmış  oldu. Her kesimden Bor’lu vatandaşlar yoğun ilgi  gösterip destek  verirken, bu etkinliklere anlaşılmaz  bir şekilde mesafeli duran Bor Belediye Başkanı  ve Kaymakamlığı bütçelerinden  bir tek kuruş harcamadan kenti tanıtma fırsatını kaçırmış oldular. Keşke birileri onlara “memleket için elinden gelenin en iyisini yapmak Tanrıya ibadettir, elinden geldiği halde hiçbir şey yapmamak ise vatana ihanettir” sözünü hatırlatmış olsaydı.

İki yılda; Bor’un geçmişinde sahip olduğu Kültürel Mirasa layık, çağdaş bir kültür sanat kenti yaratmak adına nerede ise bir servet harcayan Serkan Haliloğulları’nın yanında olmak,  sadece; iyi güzel işler yapan bir insana destek olmak demek değildir.Bu destek aynı zamanda vatanseverliğin gereğidir. Yoksa kenti için yüreğini ortaya koyan bu insanın “Geçti Bor’un pazarı ….”demesi yakındır.