MEHMET YILMAZ KARAİBRAHİMOĞLU Işık ülkesinde huzurla uyu koca çınar/ toprağını memleketinin yağmurları sulasın / gölgende şiir büyüsün Kadir ŞİŞGİNOĞLU *
Yaşamımızın her dönemi biri birinden farklıdır. Bu farklılıkları yaratan sadece bireysel gücümüz, yeteneklerimiz değildir. Her dönemin kendine özgü koşulları, kendine özgü çevresi , düşünce atmosferi sizin yaşantınızın özünü ve çeperini değiştirir. Benim yaşantımın bugünlerini hazırlayan 1983 yılında Zonguldak’ta başlayan mesleğimin ilk yıllarıdır.. Ömrümün en hızlı geçen sekiz yılı. Güzel şeyler yapıp, güzel insanlar biriktirdiğim sekiz yıl. İnsanın yaşarken güzel işler yapmak ödevi olmalı. Bireysel ve ortaklaşa yaratılan güzellikleri korumak da.
Emek ve sınıf bilinci kısmen gelişmiş genç bir öğretmen olarak başladım Zonguldak
yaşantıma. Biraz ressam, biraz da şair olarak “tam da yerine geldim” gibi düşünmeye başlamıştım önce. Bir
süre sonra alışık olmadığım iklimi,
iliklerime kadar işleyen nem, evin her tarafına her eşyaya sinen rutubet
kokusu, genzime yapışan yanmış
taşkömürünün ve lauvarın isi, içimdeki “galiba bu kent bana göre değil” diyen sesi büyütmeye başlamıştı. Vardiya
çıkışlarında kömür ocaklarından
çıkan, kömür karasına bulanmış, sadece gözleri parlayan maden işçilerini gördüğümde
bu kentte emek ve yaşam mücadelesinin ne
kadar zor olduğunu anlıyordum. Bu
kentte yaşam yalın, kaba ve gerçekti.
İstifa etme ikilemi ile geçen bir
altı ay sonunda sevgili kardeşim Özer Başar ile tanıştım..Benim gibi
Gazi mezunu Paylaşımcı ,tertemiz bir yüreği olan,
idealist bir o kadar entelektüel, sanat heyecanı yüksek bir resim öğretmeni. Sonraları “annem
ısmarlama bir kardeş doğursa ancak böyle
olurdu” diyebildiğim bir insan. Sonra İbrahim Aydın…Duyarlı ve soyadı
gibi Aydın. Edebiyat ile felsefeyi
yaşamıyla içselleştirmiş naif - entelektüel ama tam emek ve toprak insanı.
Sonra Nilgün Yılmaz Edebiyat öğretmeni…Biryanı sert sıkı devrimci, gözü pek,
yüreğinin bir yanı sarıp sarmalayan
abla, anne.. Sonra konuşmayı şehvetle
özlemiş Nadi Çoban.. Her biri can
dostlar..
Bir gün Özer ve İbrahim “seni TUSAK
diye bir
yere götüreceğiz orada biri ile
tanıştıracağız” dediler. Ben de takıldım “TUZAK olmasın sakın” diye. O gün
tanıştığım insan Mehmet Yılmaz Karaibrahimoğlu idi. Yine o gün tanıştığım bir
başka insan Oktay Yaşar Hancıoğlu idi. Şimdi iki dost Işık ülkesinde buluştu.
“TUSAK” açık adı “Turizm Sanat Kültür Geliştirme
Kooperatifi” idi. Zeytinin, pamuğun, fındığın, buğdayın, bir de konutun
kooperatifini duymuştum da sanatın kooperatifini hiç duymamıştım. Zamanla anladım kooperatif sözcüğü masumiyet
şemsiyesi. 12 Eylül Yönetimi ve kalıntılarının bireysel ve toplumsal
özgürlüğümüzün üstüne çöreklendiği korku
döneminde, didik didik edilen dernek yapılanmasına göre daha özgür hareket edebilecek bir
yapılanma.TUSAK Halkevi modelinin üstünü zekice kooperatif çatısıyla örtüp kamufle
eden bir kurum. O gün kısacık
bir sohbet sonrası Mehmet Yılmaz
Karaibrahimoğlu, söz şiire gelince hemen
“Denkleyerek Hasreti” kitabını imzalayıp vermişti. Ahmet Erhan, Eray Canberk, Bilgin
Adalı, A. Kadir, Ece Ayhan ile tanışıklığımı söyleyince, o arada Özer kardeşim de benim güzel
şiirlerimin olduğundan bahsedince “bir gün
şiirlerini okuyup sohbet etmeye
geleceğim” dedi ve sözleştik. Oğlunun
okuduğu okulda görev yapıyodum. Ama derslerine
girmedim Sonradan kızı Eylem o okula
geldi ve öğrencim oldu. Hatta
basketbol takımına bile almıştım.
Mehmet Abi Lise Mezunu bir maden işçisi idi. Hırçın, inatçı, mücadeleci damarını doğduğu Karadeniz- Giresun
kıyılarından almıştı. Gençliğinden beri
mücadele verdiği Zonguldak’ın maden
emekçileri içindeki yaşamı onun sınıf bilincini
geliştirirken, emeğin örgütlenmesinde mücadele yöntemleri konusundaki okumaları da
düşünce dünyasını zenginleştirmişti. Böylelikle
Aydın bir sendikacı ve siyasetçi kimliği oluşmuştu. Ama işçi sınıfının gelecek yaşamdan daha çok konfor payı almasının
zihin ve estetik dünyasının evrilerek zenginleşmesine bağlı olduğunu fark etmişti . Kendi estetik duyarlılığı ile emek dünyasında kendi şiir hamurunu yoğururken, toplumsal
estetik ve duyarlığın geliştirilmesi için kolektif sanatsal üretimin zorunlu olduğuna
inanıyordu. Halkevi dönemi ve TUSAK dönemi bu düşüncenin eseriydi. Yakından
tanıdıkça lider öğretmen yanını keşfettim. Farkında olmadan son derece çağdaş eğitim kuramlarını
kullanıyor gibiydi. Özellikle gençlere olan inancı, yeteneklerini keşfetmek
için fırsat verme, kendini ifade edecek koşulları hazırlama köy enstitüsü
modelinin tam bir çağdaş yansımasıydı. Mehmet Abi’nin Sendikacı, Siyasetçi, Halkevci,
Şair ve Aydın kimliğinin bana göre daha önünde olan kimsenin pek üstünde
durmadığı diplomasız öğretmen kimliği idi. İçlerinde ben de dahil, bir
çok gence güvenip sorumluluk verip, yüreklendirerek sahneye gönderir, bir kenardan keyifle ve gururla başarılarını
izlerdi. Tanışmamızdan iki yıl sonra
TUSAK genel kurulunda 2.Başkanlık görevini bırakıp yerime senin görev yapmanı
istiyorum dediğinde ne büyük bir
sorumluluk yüklediğini ancak daha sonra anlayabildim. O dönemde her biri farklı siyasi düşünceye sahip, sanatın ortak dilini konuşup, kolektif
sanat üretme becerisi gösteren TUSAK’lı dostlarla zenginleşti hayatımız. Birini
unutursam çok ayıp olur diye isimleri tek tek yazmıyorum. Ama cesareti,
fedakarlığı, paylaşımcılığı ile Can dostumuz
Fatma Malay ismini de anmam gerek. O dönem Zonguldak Belediyesinin Basın ve
Halkla ilişkiler sorumlusu, usta
fotoğrafçı Birol Üzmez. O günden sonra
siyah beyaz Zonguldak renklenmeye
başladı benim için. (Öner Güven, Ayhan Kiraz, Meral Setan, Kamil Öztürk,Hakan-Nurten Özçınar,
Hikmet Türen, Kürşat Coşkun) O kocaman TUSAK ailesine selam olsun. TUSAK ın
logosunu yaptım ağzında zeytin dalı tutan güvercin…Sanatın ve kültürün evrensel
barışın yaratıcı dili olacağına inancımın bir sembolü idi. Ben hala güvercin
resimleri yapıyorum
Resim, fotoğraf, karikatür sergileri, halkoyunları, müzik konserleri,
tiyatro ekibi, şiir ve imza günleri, sanatçı söyleşileri ile bir akademi gİbi Zonguldak ve çevresinin
kültürel yaşamına bir zenginlik sunmuştu
TUSAK. Bunların hepsinin de altında son
dokunuşları yapan iki kişi vardı Mehmet Yılmaz ve Oktay Yaşar Hancıoğlu. Bu iki
insanın emeğe saygı ve tutkunun ötesinde devrimci ahlaka uygun dürüst
karakterlerine de tanık olmuştum. O
dönemde kimsenin bilmediği,
telaffuz etmediği telif hakları
kapsamında yeni sahneye koyduğumuz Batakhane Güzeli isimli tiyatro oyununun
galasına, oyun yazarı Erman Canatan’ı çağırmışlar, kendisine gişe
gelirlerden bir miktar telif
hakkı ödemişlerdi. Erman Canatan’ın bu incelikli davranış karşısında o
küçücük parayı aldığında yüzünün aydınlanıp, yüreğinin zenginleştiğini
görmüştüm. Şimdinin hiç emek harcamadan birinin emeğinden ne kadar geçinirsen geçin mantığı ile yaşayan sanat camiasını düşündükçe o
davranışın ne kadar erdemli olduğunu bir
kez daha
anlıyorum.
Şair yönü çok incelendi çok konuşuldu belki. Sağlığında hakkında çok güzel yazanlar da oldu Ama adam gibi sahip çıkılmadı.. Mehmet Yılmaz Karaibrahimoğlu’nun Şiirlerini tek bir kalıb içinde incelemek pek mümkün değildir. Dönem dönem farklı etkiler farklı çağrışımlar sezilebilir. Dili zaman zaman farklılaşabilir. Ama şiir tutkusunun ve coşkusunun bir insanda bu kadar uzun yaşadığı az görülür. Evrensel şiir dili ile kendi imgelerini, duygu dünyasında harmanlayarak oluşturduğu metaforlar, yerel dil ve halk kültüründen beslenen yanı onun şiirinin farklı yanıydı.. Zonguldak’ı bu kadar güzel ve uzun süreli anlatan başka bir şair tanımadım. Yaşam koşullarının onu Zonguldak ve Görele’de yaşamaya mahkum etmesi bazılarının ona taşralı şair diye burun kıvırmasına neden olabiliyordu. Eğer edebiyat dünyasının bilinen çevresi içinde daha çok görünse, bir de bir üniversite diploması olsaydı o "kocaman şairlerin" arasında onun adını da rahatlıkla görürdük. Bana göre tepeden tırnağa bir şiir insanı olarak Türk Şiirinin en mütevazi emektarı sıfatını çoktan hak etmişti .Hatta var mı bilmem Zonguldak Kent Müzesinde bir büstü ile birlikte bir köşe ayrılmayı da. Zonguldak’ta kültür ve düşün dünyasına harcanmış koca bir ömür. Sadece Karya Kitabevi bile Kent için fedakarlığının bir sembolü. Yaşamı boyunca çok kişinin hayatına dokundu. Ama kendine pek dokunamadı. Şiiriyle, yazılarıyla düşünce ve eylemleri ile Zonguldak’ı Karadeniz’i hatta Türkiye’yi besledi. Ama bu Ülke bu şairin yaşam konforunu sağlayamadı solunum cihazı bulunamadığı için hayatını kaybetti.
Gençliğinden beri yaşadığı sağlık sorunları, ihmal ettiği sağlığının en trajik anlatımı
“yarım soluk yaşamak” sanki bedeninin isyanı, ”Son nefesimi yine sona sakladım”
sözü ise bir şairin şiir dili ile kendi ölüm ilanı gibiydi.
Işık ülkesinde huzurla uyu koca
çınar/toprağını memleketinin yağmurları sulasın/ gölgende şiir büyüsün. 13 Eylül 2020