30 Eylül 2020 Çarşamba



MEHMET YILMAZ  KARAİBRAHİMOĞLU                                                                                      Işık ülkesinde huzurla uyu koca çınar/  toprağını memleketinin yağmurları sulasın  / gölgende şiir  büyüsün                                                                                                                                                                                                              Kadir ŞİŞGİNOĞLU *

 Yaşamımızın her dönemi biri birinden farklıdır. Bu farklılıkları yaratan sadece bireysel gücümüz, yeteneklerimiz  değildir. Her dönemin kendine  özgü koşulları, kendine özgü çevresi , düşünce atmosferi  sizin yaşantınızın özünü ve çeperini değiştirir. Benim yaşantımın bugünlerini  hazırlayan 1983 yılında Zonguldak’ta  başlayan mesleğimin ilk  yıllarıdır.. Ömrümün en hızlı geçen sekiz yılı. Güzel şeyler yapıp, güzel insanlar biriktirdiğim sekiz yıl. İnsanın yaşarken güzel işler yapmak ödevi olmalı. Bireysel ve ortaklaşa yaratılan güzellikleri korumak da.

Emek  ve sınıf bilinci kısmen gelişmiş genç  bir öğretmen olarak başladım Zonguldak yaşantıma. Biraz ressam, biraz da şair olarak “tam da yerine  geldim” gibi düşünmeye başlamıştım önce. Bir süre sonra alışık  olmadığım iklimi, iliklerime kadar işleyen nem, evin her tarafına her eşyaya sinen rutubet kokusu, genzime yapışan   yanmış taşkömürünün ve  lauvarın isi, içimdeki  “galiba bu kent bana göre  değil” diyen sesi büyütmeye başlamıştı.  Vardiya  çıkışlarında kömür ocaklarından  çıkan, kömür  karasına  bulanmış, sadece  gözleri parlayan maden işçilerini gördüğümde bu kentte emek ve yaşam mücadelesinin ne  kadar zor olduğunu anlıyordum. Bu  kentte  yaşam  yalın, kaba ve gerçekti.

İstifa etme ikilemi ile geçen  bir  altı ay sonunda sevgili kardeşim Özer Başar ile tanıştım..Benim gibi Gazi  mezunu   Paylaşımcı ,tertemiz bir yüreği olan, idealist bir o kadar entelektüel, sanat heyecanı  yüksek bir resim öğretmeni. Sonraları “annem ısmarlama bir kardeş doğursa ancak böyle  olurdu” diyebildiğim bir insan. Sonra İbrahim Aydın…Duyarlı ve soyadı gibi Aydın. Edebiyat ile  felsefeyi yaşamıyla içselleştirmiş naif - entelektüel ama tam emek ve toprak insanı. Sonra Nilgün Yılmaz Edebiyat öğretmeni…Biryanı sert sıkı devrimci, gözü pek, yüreğinin bir  yanı sarıp sarmalayan abla, anne.. Sonra konuşmayı şehvetle  özlemiş  Nadi Çoban.. Her biri can dostlar..

Bir gün Özer ve İbrahim “seni TUSAK diye  bir  yere götüreceğiz orada  biri ile tanıştıracağız” dediler. Ben de takıldım “TUZAK olmasın sakın” diye. O gün tanıştığım insan Mehmet Yılmaz Karaibrahimoğlu idi. Yine o gün tanıştığım bir başka insan Oktay Yaşar Hancıoğlu idi. Şimdi iki dost Işık ülkesinde buluştu.

“TUSAK”  açık adı “Turizm Sanat Kültür Geliştirme Kooperatifi” idi. Zeytinin, pamuğun, fındığın, buğdayın, bir de konutun kooperatifini duymuştum da sanatın kooperatifini  hiç duymamıştım. Zamanla  anladım kooperatif sözcüğü masumiyet şemsiyesi. 12 Eylül Yönetimi ve kalıntılarının bireysel ve toplumsal özgürlüğümüzün üstüne  çöreklendiği korku döneminde, didik didik edilen dernek yapılanmasına göre daha  özgür hareket edebilecek  bir  yapılanma.TUSAK  Halkevi  modelinin üstünü zekice kooperatif çatısıyla  örtüp kamufle  eden  bir kurum. O gün  kısacık  bir  sohbet sonrası Mehmet Yılmaz Karaibrahimoğlu, söz şiire  gelince hemen “Denkleyerek Hasreti” kitabını imzalayıp vermişti. Ahmet Erhan, Eray Canberk, Bilgin Adalı, A. Kadir, Ece Ayhan ile tanışıklığımı söyleyince, o  arada Özer kardeşim de benim güzel şiirlerimin olduğundan  bahsedince “bir gün şiirlerini okuyup sohbet etmeye  geleceğim” dedi ve  sözleştik. Oğlunun okuduğu okulda  görev yapıyodum. Ama  derslerine  girmedim Sonradan kızı Eylem o okula  geldi ve  öğrencim oldu. Hatta basketbol takımına bile  almıştım.

Mehmet Abi Lise Mezunu bir  maden işçisi idi. Hırçın, inatçı,  mücadeleci damarını doğduğu Karadeniz- Giresun kıyılarından almıştı. Gençliğinden  beri mücadele  verdiği Zonguldak’ın maden emekçileri içindeki yaşamı onun sınıf bilincini  geliştirirken, emeğin örgütlenmesinde mücadele  yöntemleri konusundaki okumaları da düşünce  dünyasını zenginleştirmişti. Böylelikle Aydın bir sendikacı ve siyasetçi kimliği oluşmuştu. Ama işçi sınıfının  gelecek yaşamdan daha çok konfor payı almasının zihin ve estetik dünyasının evrilerek zenginleşmesine  bağlı olduğunu  fark etmişti . Kendi  estetik duyarlılığı ile emek dünyasında  kendi şiir hamurunu yoğururken, toplumsal estetik ve duyarlığın geliştirilmesi için kolektif  sanatsal üretimin zorunlu olduğuna inanıyordu. Halkevi dönemi ve TUSAK dönemi bu düşüncenin eseriydi. Yakından tanıdıkça lider öğretmen yanını keşfettim. Farkında  olmadan son derece çağdaş eğitim kuramlarını kullanıyor  gibiydi. Özellikle  gençlere olan inancı, yeteneklerini keşfetmek için fırsat verme, kendini ifade edecek koşulları hazırlama köy enstitüsü modelinin tam bir çağdaş yansımasıydı. Mehmet Abi’nin Sendikacı, Siyasetçi, Halkevci, Şair ve Aydın kimliğinin bana göre daha önünde olan kimsenin  pek üstünde  durmadığı diplomasız öğretmen kimliği idi. İçlerinde ben de dahil, bir çok gence güvenip sorumluluk verip, yüreklendirerek sahneye  gönderir, bir kenardan keyifle ve gururla başarılarını izlerdi. Tanışmamızdan iki  yıl sonra TUSAK genel kurulunda 2.Başkanlık görevini bırakıp yerime senin görev yapmanı istiyorum dediğinde ne  büyük bir sorumluluk yüklediğini ancak daha sonra anlayabildim. O dönemde her biri  farklı siyasi düşünceye  sahip, sanatın ortak dilini konuşup, kolektif sanat üretme becerisi gösteren TUSAK’lı dostlarla zenginleşti hayatımız. Birini unutursam çok ayıp olur diye isimleri tek tek yazmıyorum. Ama cesareti, fedakarlığı, paylaşımcılığı ile  Can dostumuz Fatma Malay ismini de anmam gerek. O dönem Zonguldak Belediyesinin Basın ve Halkla ilişkiler  sorumlusu, usta fotoğrafçı Birol Üzmez.  O günden sonra siyah beyaz  Zonguldak renklenmeye başladı benim için. (Öner Güven, Ayhan Kiraz, Meral Setan, Kamil Öztürk,Hakan-Nurten Özçınar, Hikmet Türen, Kürşat Coşkun) O kocaman TUSAK ailesine selam olsun. TUSAK ın logosunu yaptım ağzında zeytin dalı tutan güvercin…Sanatın ve kültürün evrensel barışın yaratıcı dili olacağına inancımın bir sembolü idi. Ben hala güvercin resimleri yapıyorum

Resim, fotoğraf, karikatür  sergileri, halkoyunları, müzik konserleri, tiyatro ekibi, şiir ve imza günleri, sanatçı söyleşileri ile  bir akademi gİbi Zonguldak ve çevresinin kültürel yaşamına  bir zenginlik sunmuştu TUSAK. Bunların hepsinin de  altında son dokunuşları yapan iki kişi vardı Mehmet Yılmaz ve Oktay Yaşar Hancıoğlu. Bu iki insanın emeğe saygı ve tutkunun ötesinde devrimci ahlaka uygun dürüst karakterlerine de tanık  olmuştum. O dönemde kimsenin  bilmediği, telaffuz  etmediği telif hakları kapsamında yeni sahneye koyduğumuz Batakhane Güzeli isimli tiyatro oyununun galasına, oyun yazarı Erman Canatan’ı çağırmışlar, kendisine  gişe  gelirlerden  bir miktar  telif  hakkı ödemişlerdi. Erman Canatan’ın bu incelikli davranış karşısında o küçücük parayı aldığında yüzünün aydınlanıp, yüreğinin zenginleştiğini görmüştüm. Şimdinin hiç emek harcamadan birinin emeğinden ne  kadar geçinirsen geçin mantığı ile  yaşayan sanat camiasını düşündükçe o davranışın ne  kadar erdemli olduğunu bir kez  daha  anlıyorum.

Şair  yönü çok incelendi çok konuşuldu  belki. Sağlığında hakkında  çok güzel yazanlar da oldu Ama  adam gibi sahip çıkılmadı.. Mehmet Yılmaz Karaibrahimoğlu’nun Şiirlerini tek bir  kalıb içinde  incelemek pek  mümkün değildir. Dönem dönem farklı etkiler farklı  çağrışımlar sezilebilir. Dili zaman zaman farklılaşabilir. Ama şiir  tutkusunun ve  coşkusunun bir insanda  bu kadar uzun yaşadığı  az görülür. Evrensel şiir dili ile kendi imgelerini, duygu dünyasında harmanlayarak  oluşturduğu metaforlar, yerel dil ve halk kültüründen beslenen yanı onun şiirinin farklı  yanıydı.. Zonguldak’ı bu kadar güzel ve  uzun süreli anlatan başka  bir şair tanımadım. Yaşam koşullarının  onu Zonguldak ve Görele’de  yaşamaya mahkum etmesi bazılarının ona taşralı şair diye burun kıvırmasına  neden  olabiliyordu. Eğer  edebiyat dünyasının bilinen çevresi  içinde  daha çok görünse, bir  de  bir  üniversite  diploması olsaydı o "kocaman şairlerin" arasında onun adını da  rahatlıkla  görürdük. Bana göre   tepeden tırnağa bir  şiir  insanı olarak Türk Şiirinin en  mütevazi emektarı sıfatını çoktan  hak etmişti .Hatta var mı  bilmem Zonguldak Kent Müzesinde bir  büstü ile  birlikte bir  köşe ayrılmayı da. Zonguldak’ta kültür ve düşün dünyasına harcanmış koca bir ömür. Sadece Karya Kitabevi bile Kent için fedakarlığının bir sembolü. Yaşamı boyunca  çok  kişinin hayatına  dokundu. Ama  kendine pek dokunamadı. Şiiriyle, yazılarıyla düşünce  ve eylemleri ile Zonguldak’ı  Karadeniz’i hatta Türkiye’yi besledi. Ama  bu Ülke bu şairin yaşam  konforunu sağlayamadı solunum cihazı bulunamadığı için hayatını kaybetti. 

Gençliğinden  beri yaşadığı sağlık sorunları,  ihmal ettiği sağlığının en trajik anlatımı “yarım soluk yaşamak” sanki bedeninin isyanı, ”Son nefesimi yine sona   sakladım” sözü ise bir şairin şiir dili ile kendi ölüm ilanı gibiydi.

Işık ülkesinde huzurla uyu koca çınar/toprağını memleketinin yağmurları sulasın/ gölgende şiir  büyüsün.                    13 Eylül 2020

*TRABZON ÜNİVERSİTESİ, Fatih Eğitim Fakültesi, Güzel Sanatlar Eğitimi Bl. Öğretim Görevlisi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder