19 Nisan 2013 Cuma

14 Nisan 2013 Pazar



TARİH BİLİNCİ VE TARİHİN İZİNDE  GÜVERCİN DÜŞLERİ 

Öğr. Gör Kadir ŞİŞGİNOĞLU
KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi BL.

Sanatsal yaratım yüksek duyarlılık ürünüdür. Sanatçı İlgi alanlarının belirlediği  yönelimlerle kendini  besleyecek kaynakları  bulur. Bulduğu kaynaktan  yakaladığı  özü uzun bir zihinsel sindirim sürecinden geçirir, hayal gücünü,yaratıcılığını katar, yeni bir  görünüm, yeni  bir  kimlik kazandırır. Kendi yeterlilik testlerinden  geçirdikten sonra onu çevresi ile paylaşır. Aslında  bu süreci  duyarlı tepki verme, özümseme/içselleştirme, paylaşma ve etkileşim  gibi kavramlarla  açıklayabiliriz. Bu sanatsal eylem süreçlerinin sınırlarını  sanatçı-bireyin görev ve sorumluluk  bilinci belirler.

Bazen sanatçı bir  düşünceye  takılıp yaşamı  boyunca  onu  irdeler, bazen dönemsel farklılıklar yaşar. Ancak; her durumda  düşünsel evrim ve sanatsal üretim sanatçının  yaşadığı  sosyal - fiziksel çevrenin ve  psikolojik atmosferinin  izlerini taşır. Sanatçının mekan ve   zaman kavramı uçsuz  bucaksızdır. En yakından başlayarak en uzağa, an’la  başlayıp geçmişin bilinmez  derinliklerine kadar  ulaşır. Çoğunlukla  geçmişten aldığı  izleri sürer bir avcı gibi. Yakaladığı  bir izi sürdürür, kendi çağının zamanına getirir, güncelleştirir. Bununla da yetinmez geleceğe yönelik tasarımlar yapar, geleceği  şimdinin içine  taşır.

Bu nedenle  geçmiş  ve tarih her zaman sanatçının ilgisini  çeker. Geçmişe  ve tarihe ilgi aynı zamanda aydın olma sorumluğunun bir gereğidir. Aydın olma  toplumun geleceğine ilişkin önermelerde  bulunabilme  demektir. Geleceğin kurgulanabilmesi  geçmişin doğru  okunması ve değerlendirilebilmesi ile olanaklıdır. Geçmişi doğru okumak, değerlendirmek, geleceğe ilişkin yönsemeler yapmak yüksek tarih bilinci gerektirir."Tarih bilinci, aklın rehberliğinde  tarihi anlamlandırma çabasıdır. Akıl devreden çıkarsa tarih de  tarih olmaktan  çıkar" Aklı devreden çıkararak tarihi anlamaya çalışmak geçmişe dair  bilgiyi  gereksiz bir yük olarak  taşımaktır. Tarih bilincine sahip bir kimse, tarihi ölü bir geçmiş olarak değil, yaşayan, yaşamı anlamlandıran ve güzelleştiren canlı bir varlık olarak duyumsar. Tarih bilinci için kronolojik olarak tarihe ve bu tarihin  yaratıldığı  coğrafyaya  (hem bilgi olarak, hem de toprak,yurt olarak) egemen olunmalıdır. Çünkü; tarihini bilmeyenlerin coğrafyalarını başkaları  çizer.

Tarih bilincinin  çocuklara, genç  kuşaklara kazandırılması ancak nitelikli  bir  tarih eğitimi ile olur.Tarih eğitimi sadece tarihi ve olayları kronolojik sıra  ile  ezberlemek  demek  değildir. Olayları neden-sonuç ilişkileri  içinde  çözümlemek demektir. Her sonuçtan ders  çıkarmak  demektir. ”Tarih tekerrürden ibarettir” diyen ve tarihe bu kadar sırtını  dönen başka  bir  toplum herhalde  yoktur. Ne yazık ki  tarih eğitiminde çocuklarımıza tek yanlı olay ve tarih ezberi  yaptırarak  tarihten nefret ettiriyoruz. Tarih  öğrenmeye karşı isteksizlik  yaratıyoruz. Efsane tarihçiliği ile genç  beyinleri siyasal  ideolojilerin egemenliğine  bırakıyoruz. Ömer Hayyam belki de en çok  bundan  korkuyordu “Tarih kainatın vicdanıdır” derken.

Sadece 250 yıllık tarihi olan Amerika da  liselerde bile  tarih dersi 4 kalın ciltlik kitapla işlenir . Üniversitelerde ise tarih dersi daha da önemlidir. Çünkü Amerika bilir ki, Amerikan ideallerinin aşılanması için ancak güçlü bir tarih bilinci gereklidir…Fransızlar, İngilizler , Almanlar da tarih bilincinin geliştirilmesine çok önem verirler. Ama bu noktada en ileri gidenler Japonlar ve özellikle de İsraillilerdir. Japonlar yeni Hiroşimalar olmasın diye özellikle ilk ve orta öğretim düzeyinde olan öğrencilerine  her zaman Hiroşima ve Nagazaki’ yi gezdirerek  gençlerini bilinçlendirirler. Bu gün İsrail hem kendini dünyaya haklı gösterebilsin, hem de çocuklarına İsrailli olmanın, Yahudi olmanın ne olduğunu gösterebilsin  diye en zeki çocuklarını tarihçi yapar.  2500  yıl devletsiz yaşamalarına rağmen benliklerini kaybetmemelerinin  nedeni tarih bilincidir.  

Anadolu  coğrafyası  insan uygarlığının en eski  kalıntılarının   bulunduğu,  günümüze  kadar  bir çok  toplumun  varlığını sürdürdüğü bir uygarlıklar müzesidir. Dünya tarihinin  en önemli  olaylarının büyük  çoğunluğu  bu  topraklarda yaşanmış ve  yazılmıştır. Bu nedenle bu topraklarda  yaşayanlar, tarihe sırtını dönemez, gözlerini ve aklını geçmişe kapatamazlar. Ecdadını unutanlar; kaynaksız ırmağa, köksüz ağaca benzerler” diyen Çin atasözü geçmişle  gelecek arasındaki bağı ortaya  koyar. Geçmişin bilinmesinin, gelecek kuşaklara aktarılmasının önemini açıklar.

 “Güvercin Düşleri’min” tarihle  buluşmasının, tarihin izini sürmesinin nedeni de budur. Resimlerimde  Anadolu uygarlıklarını, yarattıkları  kültürleri, kültürel etkileşimlerini araştırıyor, günümüze  bıraktıkları  mirası anlamaya çalışıyorum. Anadolu Uygarlıklarının kültürel sembollerini resimlerime  aktarıp görsel  bir düzen içinde  Güvercilerimle buluştururken, izleyiciye tarihin penceresini aralama fırsatı  veriyorum. Merak duyguları ile  estetik  bir  düzen içinde geçmişe  yolculuk yapabilmelerine olanak  hazırlıyorum.

Bu çalışma sürecimin  en yakın tanığı değerli dostum ressam, sanat eğitimcisi Bünyamin Balamir “Kadir Şişginoğlu Hititler'in ülkesinde, başkentinde, onların kültür kalıntılarının üzerinde dünyaya geldi. Aslını inkar etmeden, sanatın evrensel ve çağdaş dilinde Anadolu kültürünü güncelleştirmeye çalışıyor resimlerinde. Başka hangi topraklarda var Hacı Bektaş-i Veli ve Mevlana ? Bizim bize sahip çıkışımızın, onurunu ve kişiliğini korumaya çalışma erdemimizin saygınlığıdır O'nun resimleri Resimlerinde şiirleşen anılar yazıyor. Bizi bizle, bizi Anadolu'yla, Anadolu'yu tarihle buluşturmak için. Bu toprakların insanı olmanın asaletini vurgulamak için. O resim yapıyor. Sanatın evrensel dilinde insancıl yolculuklar yapıyor. Bir vefa örneği gösteriyor. Bir Anadolu türküsü söylüyor resimlerinde, Hititlerden günümüze uzanan"... diyerek  resimlerimi anlatıyor


Güvercinler tarihin derinliği  içinde  kanat çırparak  Anadolu mitolojisinde  yer  alan tanrı-tanrıçalarla buluşuyorlar. Kiminde Çatalhöyük ana tanrıçasının bedenini sarıyor, kiminde Hitit tanrısı Kubaba’nın  sembolü oluyor, kiminde savaş tanrısı  Mars'a  kafa tutuyor, Apollon’a Athena’ya çalım satıyor. Hitit rölyerflerinde,  yazıtlarında  dolaşıyor.Tarihi yapılara eşlik ediyor. Mevlana’da sema, Hacı Bektaş-i Veli de semah oluyor. Güvercinler  uçuyor, uçtukça resim yüzeyinde tarihin katmanları aralanıyor. Günümüzden  geçmişe  doğru  güvercin kanadında zaman yolculuğu başlıyor.Tarihin izinde  bu  yolculuk bir süre daha devam edecek.







13 Nisan 2013 Cumartesi


“MÜZESİZ ÜNİVERSİTE, ÜNİVERSİTESİZ MÜZE  OLMAZ” (M.Kemal Atatürk)

                                                                                                   Öğr.Gör.Kadir ŞİŞGİNOĞLU
                                                                     KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi  Güzel Sanatlar Eğitimi Bl.

Yüksek  öğretim ile birlikte bilimsel araştırmalar yapma amacıyla kurulan üniversitelerin, tarihi gelişimi sergileyen, geçmiş ile gelecek arasında köprü kuran  müzeler  ile  benzer özellikleri vardır. Çağdaş müzeciliğin iki önemli işlevi olan araştırma ve eğitim aynı zamanda üniversitelerin iki temel amacıdır.Bu durum üniversiteler ile müzelerin yollarının kesişmesine neden olmuştur.Bilimsel ve resmi ilk müzelerin üniversitelerin içinde kurulmuş olması bu düşüncenin kanıtı sayılabilir. Üniversitelerde müzelerin olması eğitim kurumunun gelişimini göstermesi açısından önemlidir. Aynı zamanda müzeler bulundukları eğitim kurumlarının saygınlığını artırırlar.

Müzeler, kendi varlıklarını sürdürebilmek için araştırma yapmak zorundadır. Araştırmalarının bilimsel bir boyut kazanabilmesi için üniversitelerin akademik desteğini almalıdır. Üniversiteler ise; toplumsal  kültürün gelişmesi için ilgi alanlarına uygun projeler geliştirir, araştırmalar  yapar, bunları ilgili  kurumlarla  ve toplumla  paylaşırlar.

Avrupa’da 1930’lu yıllarda gündeme gelen müze  eğitimi, başlangıçta sadece ilköğretim öğrencilerinin dünyasına yönelmiştir. Günümüzde “yaşam boyu eğitim” kuramına  bağlı  olarak müzelerin eğitim işlevinin daha çok öne çıkması üniversitelerle ilişkisini güçlendirmektedir. Eğitimde gelişmiş ülkelerde müzeler, araştırma alanında adeta birer üniversite gibi çalışırken, üniversiteler ise; müzecilik ve  müze  eğitimi alanında yeni araştırmalarla müzeciliğin gelişimine  yön vermektedir. Çağdaş dünya, etkileme gücü nedeni ile müzelerin toplum mühendisliğinin önemli bir aracı olduğunu fark etmiştir. Deyim yerinde ise “çağımız müzeler çağıdır” (McLeod,1998:308).

Üniversitelerin  genel eğitim yapılarına uygun olarak müze kurmaları teşvik edilmeli, kolaylaştırılmalıdır. Bu kapsamda dünyada ve ülkemizde bir çok üniversitenin müzelerini kurarak, müzelerden öğretim programının  devamı  olarak yararlandıklarını görebiliriz. Özellikle gelişmiş ülkelerde bir  çok müze güzel sanatlar fakülteleri ile  birleşmiştir. İngiltere’de Oxford, Cambridge, Glascow, Manchaster Üniversite Müzeleri uygulamalı sanatlar, İngiliz klasikleri ve Mısır antikaları ile doğal bilimler alanında önemli koleksiyonlar; Harward, Yale,Princeton Üniversiteleri ise koleksiyonları bakımından ABD’nin en büyük koleksiyonlarını oluşturmuşlardır (Erbay, 1998:47). ABD Charleston’da Doğu Illinois Üniversitesi Tarble Müzesi üniversite  ile  birlikte  çalışan  bir  kurum niteliğinde öğrencilere kültür ve eğitim deneyimleri fırsatları oluşturmaktadır. Eğitim yöntemlerinin  teorilerini  sınıflarında öğrenen öğrenciler, Tarble Müzesi’nin halk sanatı odaklı sergilerinde sanat hakkında  konuşmanın bir  çok  modellerini öğrenirler (Belleville, 1999:4).

Ülkemizde  bu düzeyde üniversite-müze ilişkisini  çağrıştıran  modellerimiz oldukça  azdır. 1937 de kurulan Mimar Sinan Üniversitesi Resim Heykel Müzesi, ODTÜ Müzesi, İÜ Müzeleri ile daha  yakın zamanda  kurulan  Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi Müzesi, Eğitim Fakültesi Resim Heykel Müzesi, AÜ Oyuncak Müzesi, Anadolu Üniversitesi Çağdaş Sanatlar Müzesi, Hacettepe Üniversitesi Sanat Müzesi ve yeni kurulan Dumlupınar Üniversitesi Müzesi üniversite öğretim programına destek veren üniversite müzelerimizdir.Bütün üniversitelerin öncelikle kurumsal kimliğini geliştirebilmesi için müze kurmaları, daha sonra bu müzelerden müze eğitimi konularında yararlanmaları istenilen  gelişmedir.

Konya  Selçuk Üniversitesi de “Türkiye’nin En Büyük Sanat Müzesi”  iddiası ile  oluşturduğu son derece  çağdaş müze  projesini uygulamaya koymuştur.  Bir taraftan müze inşaatı  devam ederken,  diğer  taraftan Güzel Sanatlar Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof.Dr. Hüseyin Elmas  öncülüğünde müzenin içini doldurma girişimlerini başlatmıştır. Periyodik aralıklarla  davet ettikleri sanatçılara workshop’lar yaptırarak , kişisel sergiler ve çalıştaylar düzenleyerek öğrencilerin bilgi ve deneyimlerini  artırdığı gibi müze koleksiyonunun oluşumuna da katkı sağlamıştır. Son olarak da ülke genelinde çok sayıda  sanatçıya müzeye eser bağışı çağrısında  bulunmuş,  çağdaş sanat eğitiminin gereğine  inanan duyarlı bir  çok sanatçı bu  çağrıya  olumlu  yanıt  vermiştir. Şimdiden müzenin hatırı  sayılır bir  koleksiyonu olmuştur.

Müzesi  ile  bütünleştiğinde abartısız Türkiye’nin en güzel, dünyada eşi benzeri az  bulunur Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi,  binası ile, uyumlu  bir orkestra  gibi  çalışkan kadrosu ile sadece Konya’ya  değil yakın  bölgeden başlayarak tüm ülkemize sanat eğitimi alanında olumlu  katkılar sağlayacaktır.

Dünyanın en eski uygarlığını ve kent  kültürünü  yaratmış, Çatalhöyükte başlattığı estetik form arayışını  Hatti, Hitit  ve Friglerle sürdürmüş Konya; çok sayıda  uygarlıkların kültür ve sanat örneklerinin iç içe  bulunduğu zengin kültürel  mirasa sahiptir. Roma –Bizans , Selçuklu- Osmanlı  gibi evrensel  kültür örnekleri kentin görsel kültürünü ve düşünce evrenini zenginleştirmiştir. Konya; Mevlana ile Anadolu Türk İslam Tasavvuf düşüncesinin merkezi olmuştur. Bu zengin miras geleceğin  sanatının yaratılmasında temel oluşturacaktır. Geçmişin kültürel zenginliklerinden yola  çıkılarak çağdaş  bir dil ve yorumla  yaratılmış sanat eserleri  ile dolu müzenin olduğu fakültede  eğitim alan öğrenciler kendi üsluplarını  bulma aşamasında zengin deneysel süreçler yaşayabilecektir. Her yaşanan süreç öğrencilerin yaratıcı yönlerini  ve sanatçı  kimliklerini  güçlendirecektir.

Bu özveri ile  atılan adımlar çok değil  bir on yıl sonra Anadolu’nun uçsuz  bucaksız  bozkırlarının bulunduğu Konya’da göz  kamaştıran bir sanat  vahası yaratacaktır. Bu adımlar belki de Cumhuriyet sonrası Anadolu’nun gecikmiş kültürel aydınlanmasının  başlangıcı  olacaktır.

Tüm emek verenlere gönül dolusu  teşekkürler….

Bu yazının bir  kısmı  "MÜZE KÜLTÜRÜ VE EĞİTİMİ"  isimli kitabımdan alıntıdır.

12 Nisan 2013 Cuma

ZİRAAT BANKASI TÜNEL SANAT GALERİSİ




8 Nisan saat 18.00 de 20. kişisel sergim "Tarihin İzinde Güvercin Düşleri" isimli sergim Ziraat Bankası Tünel Sanat Galerisinde  açıldı...   İnsanın içine işleyen soğuya, yağmura ve yürürken darmadağın eden rüzgara ve de İstanbul'un trafiğine rağmen açılışa gelerek beni onurlandıran ve gururlandıran değerli dostlara,arkadaşlarıma sevgili öğrencilerime ve değerli sanatseverlere çok çok teşekkür ediyorum. 26 Nisana kadar açık  kalacak sergimde Güvercin Düşlerim tarihin izinde sizleri  bekliyor...




3 Nisan 2013 Çarşamba

20. Kişisel Sergim " Tarihin İzinde Güvercin Düşleri "

8 NİSAN PAZARTESİ GÜNÜ SAAT 18.00 DE ZİRAAT BANKASI TÜNEL SANAT GALERİSİNDE AÇILACAK 20.KİŞİSEL SERGİM  "TARİHİN İZİNDE GÜVERCİN DÜŞLERİ" NE ÖZELLİKLE İSTANBULDA YAŞAYAN DOSTLARIMI ARKADAŞLARIMI VE SANATSEVERLERİ DAVET EDİYORUM.


Sanat Hayatı Programı-Kadir Şişginoğlu


Ulusal Kanal' da 7 Mart 2013 yayınlanan Sanat Hayatı programındaki söyleşiye erişmek için TIKLAYINIZ!

Söyleşiden kareler...