29 Temmuz 2013 Pazartesi





BALKANLARDA İZ  SÜRMEK     (BATI TRAKYA – İSKEÇE)

Tatil rehavetindeki  Gümülcine  güne  yeni başlarken  biz  kent  içindeki  gezimizi tamamlamıştık.  Saat  9.30 da yola  koyulduk. Bereketli , yemyeşil  düz  bir  ovanın içinden İskeçe’ye (Xanthi ‘ye) doğru yol alıyoruz. Sağımızda birbirinin arkasında  giderek  yükselen Rodop dağları uzanıyor.  Eteğinde irili ufaklı   bir çok Türk köyüne  kol  kanat  geriyor sanki..Uzaktan  camilerini , minarelerini  gördüğümüz Türk  köyleri Anadolu’da  yolculuk yaptığımız  kanısı  uyandırıyor . Kimi  köylerde minarelerle  birlikte  çan kuleleri de  görülebiliyor.Yaklaşık yarım saatlik  bir  yolculuktan sonra  İskeçe’ye geliyoruz.
İskeçe meydanı bizi   koca  çınarı  ve saat kulesi  ile  karşılıyor. Meydanın sol tarafında  büyük  bir kilise görülüyor. Saat yaklaşık 10:00 suları. Kahvaltı  yapıp  kenti  gezmek istiyoruz. Bütün tabelalar Yunanca  yazılı  olunca  rehberimizin yönlendirmesi  ile  yan yana sıralanmış Türk börekçilerinin tezgahlarına  dağılıyoruz ve siparişlerimizi veriyoruz. Peynirli, kıymalı, patatesli  böreklerin kokusu taze demlenmiş  çayla birleşince açlığımızı  kışkırtıyor. Dükkanların  önünde  ağaçların  altına  atılmış  masalarda  serin  serin  oturup  kahvaltımızı yapıyoruz. Kahvaltı sonrası parkın içinden geçerek Türk mahallesine  doğru  ilerliyoruz. Parkın içinde oturanlardan  bazıları  grubumuza  doğru  ilerleyip konuşmak  istiyorlar. Türkiye’den geldiğimizi  öğrenince  seviniyorlar..Belli ki yüreklerinde derin bir  özlem  var.  53 bin İskeçe nüfusunun  önemli  bir çoğunluğunun Türk olduğunu öğreniyoruz. Buna  rağmen baskıcı, asimilasyonist  tutum nedeniyle  Türk varlığını görmek  için İskeçe’ye  ve Batı Trakya’ya derin  bakmak  gerekiyor.
Bölgeye Osmanlının yerleşmesi 1363  yılında başlamış, Osmanlı hakimiyeti altına  girmesi  ise 1371 Çirmen zaferi  ile gerçekleşmiş. Çirmen Zaferi  sonrası Konya  yöresinden  getirilip  yerleştirilen  Türklerden önce  bölgede Türkler  vardır. Hun Türkleri M.S. 4. yüzyılda, Avar Türkleri 5. yüzyılda, Peçenekler 9. yüzyılda, Kuman Türkleri de 11. yüzyılda bu bölgeye yerleşmişlerdir.  Osmanlı ile Türk yurdu haline  gelen Batı Trakya topraklarında  1.Dünya  Savasına  kadar  Türk varlığı  azalarak da  olsa  kendini  koruyabilmiş. Birinci Dünya Savaşının sonlarına doğru  1917’de Yunanlılar, Almanlara karşı savaşa girince, Bulgaristan’ın elindeki Batı Trakya, Yunanlılara geçti. Paris Barış Konferansında da bu durum teyid edildi. Yunanistan, Batı Trakya’da referandum yaparak bu toprakların mülkiyetini daha yasal bir zemine oturtmak istiyordu. Nitekim 27 Kasım 1919’da Batı Trakya’da bir referandum yapıldı. Bu tartışmalı referandum sonucunda Türk  nüfus ezici çoğunluğa  sahip  olmasına  karşın  masa  başı  oyunları ile Batı Trakya Türkiye’den koparıldı  Yunanistan’a verildi. 1923 yılında imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile 500 yıldan fazla Türk egemenliğinde bulunan de Batı Trakya artık Yunanistan’ın bir parçası oldu.
Gümülcine   ve İskeçe Batı Trakya  Türk  varlığının merkezi. Gümülcine den sonra  en fazla Türk nüfusun  yaşadığı yer İskeçe. İskeçe’de, 1927 yılında kurulan ve nerede ise Türkiye Cumhuriyeti ile yaşıt olan bir dernek “İskeçe Türk Birliği–İTB” bulunmaktadır. İsminde “Türk” sözcüğü bulunmasından ötürü, dönemin İskeçe ve Rodop Valilerinin emri ile 1983  yılında; İskeçe Türk Birliği , Gümülcine Türk Gençler Birliği ve Batı Trakya Türk  Öğretmenler Birliği’nin tabelaları polis tarafından sökülmüş, uzun  yıllar süren ve  tarihe geçecek kadar önem arz eden bir hukuk mücadelesi bu suretle başlamıştır.Yaklaşık 25  yıl süren Hukuk  mücadelesinden  sonra AHİM kararı ile Türk sözcüğünü kullanım hakkını elde  etmelerine  rağmen Yunan makamlarının oyalayıcı  ve zorlaştırıcı tavrı  nedeni  ile Türk Birlikleri  henüz  tabelalarını  asamamışlar.Yunan hükümetinin azınlıkların tanımında  “Türk “ sözcüğüne  tahammül  edemeyen tavrını  değiştirmeye AB nin bile  gücü  yetmiyor. AB nin  hoşuna  gidecek diye  kendi ülkesinde  “Türk”  sözcüğünü  söylemeye  cesaret  edemeyip, kırk  çeşit  azınlık  yaratan  bizim  yöneticilerimizin   tavrını görünce Yunanlılara da söyleyecek  bir  sözümüz kalmıyor.   
Neyse  biz  yine İskeçe’ye  dönelim.  Ortodoks Yunan, müslüman Türk ve Pomaklar'dan oluşan karışık bir nüfusa sahip  İskeçe . Birkaç kilise ve manastırın yanı sıra çoğu XIX. yüzyılda yapılan yedi cami bulunuyor. Ayrıca II. Dünya Savaşı'na kadar burada Musevî topluluk da yaşamış. İskeçe'de bir müftülük ve bir hıristiyan Ortodoks piskoposluğu mevcuttur. Ancak Yunan  hükümeti  müslüman Türklerin seçtiği müftüyü  tanımıyor, kendi atadığı  müftüyü muhatap alıyor.
 Rodop dağlarının iç  kısmında   Çin’de Uygurların  yaşadığı  bölge   gibi yasaklı  bölge  bulunuyor. Burada  yaşayanlar  bile özel belgelerle  giriş  çıkış  yapabiliyor.Türklerin  Türk  kimliği  ile varlıklarını sürdürmeleri   konusunda çok  engeller  var. Mesela  Türk kimliğini  öne  çıkaranlar  kamu  görevlisi  olamıyor. Olanlar  eğer diğerleri  ile  sıkça  iletişim  kurarsa  görevinden  el  çektiriliyor. Kendi  dillerini  öğrenmelerinde  ve  konuşmalarında,  mülk  edinmelerinde, seyahat  etmelerinde  sınırlamalar  var. Hepsinin ötesinde diyelim ki  muhalifsiniz yurt  dışına  çıktınız  geri  dönmeniz  istenmediği için vatandaşlıktan çıkarılabiliyorsunuz. Şu an  ülkemizin sağlık  bakanı  Yunan  vatandaşlığından çıkarılmış Gümülcine’li bir Türk.
İskeçe geçmişte tütünü ile  ünlenmiş.Bu  ürün  sayesinde  refah  düzeyi  artmış.Tütün idaresine  bağlı binalar  iyi  korunmuş.Bir  tanesi kültür merkezine  dönüştürülmüş. Meydandaki saat  kulesini  1870 yılında Hacı Emin Aga  yaptırmış. 1972  yılında  Belediyenin  yıkım kararından  halkın  tepkisi  kurtarmış. Bu  arada  kitabesi  kaybolmuş. İskeçe sabah  erken saatler  olduğu  için mi bilemem son drece  sakin  ve  yavaş  bir kent  olarak  göründü  gözüme. İskeçe eski ve yeni  iki  kentten oluşuyor.Saat kulesi nden  aşağıya  doğru  sıradan  beton  binalarla yeni  kent inşa edilmiş.Eski kenti iyi korumuşlar. Avrupa  Birliği  fonlarından  yararlanıp restorasyon projeleri  gerçekleştirmişler.Avrupa  Birliği  tarafından Yunanistan’ın “en  iyi korunan  kenti “ ödülü  verilmiş..
Meydandan geçip  Rodop  dağlarının güney eteğine  daha  çok Türklerin  yaşadığı yukarı  mahalleye  doğru  gidiyoruz. Daracık sokaklar, pencereleri  ve   kapıları  perforjeli , çoğunluğu  iki  katlı  cumbalı   evler  bir  anda  bizim tarihi Ege kasabalarını  çağrıştırıyor. Uyumlu  dış  cephe  renkleri, sardunyalı  pencereleri ile özenli  ve  sakin bir  hayat ı sürdürüyorlar. Sokaklar  tertemiz, düzenli. Evlerden dışarıya  taşan  insan sesi  de  dahil hiç  bir  şey  yok. Balkonlarında   asılmış çamaşır,  kurutulmuş sebze  görülmüyor. Yokuşun sonundaki  Çeşmeden suyumuzu içip geri  dönüyoruz.Evlerden  birinde  balkona  çıkan  bir  teyze  Türk  olduğumuzu anlayınca  nereden geldiğimizi  soruyor .Yüzünde  tebessüm  beliriyor.Geri  dönüşte bir  kilisede  düğüne  tanık  oluyor kısa  bir  süre  kapı aralığından ilgiyle izliyoruz.Meydana  yakın  cadde  ve sokaklarda  yer alan şık  kafeler, restoranlar, barlar göz  alıcı. Belli ki eğlenceyi ,yemeyi  içmeyi  seviyor bu  kent.  Her yıl Şubat ayının sonlarında ya da Mart ayında düzenlenen karnaval , Rio  karnavalını aratmayacak  renklilikte geçiyormuş. Rengarenk  giysileri  ile  karnavala katılanlar  nedeniyle  bin bir rengin kenti  deniliyormuş İskeçe’ye. Biz eğlenceli ve renkli  yüzünü  göremedik. Boğazına  düşkün  olanlar için Gümülcine  ve İskeçe’nin kahvesi ve kurabiyesi ünlü. Kurabiye  bildiğimiz  un  kurabiyesi. Kahve ise hazır  kahvenin  soğuk  içileni. Yunanistan da Frappe deniliyor. Kahvesini içmedim, kurabiyesinde  ise; daha  çabuk  ağızda  dağılması  dışında  özel bir tat  alamadım.
Saat 12.30 a  doğru toplanıp  yola  çıkıyoruz. Daha uzun bir  zaman kalabilmiş olmayı  isterdim. İskeçe  sokaklarında  kalabalık  saatlerinde İskeçe  yaşamına tanık  olabilmeyi. Belki  o  zaman İskeçe’li ilk çağ  düşünürlerinden “Demokritos  ve Protagoras’ın “ izlerine rastlayabilirdim.... Ölmekte olan rebetiko müziginin tekrar hak ettigi yeri kazanmasi icin calismalar yapmis Yunan muziginin en onemli bestecilerinden "Manos Hacidakis"  anabilirdik. 9 eylül 2006 sabahı hayata gözlerini yummuş olan Batı Trakya  Türk  direnişinin önemli isimlerinden  biri  İskeçe seçilmiş müftüsü Mehmet Emin Aga’nın  mezarını ziyaret  edebilirdik. Ünlü sinema  yönetmenimiz İskeçeli  Şerif Gören’den konuşabilirdik. Bunları da  bir  başka  Batı  Trakya gezisine  ve bizden sonra  gideceklere saklayalım.

Not: Kaynak   gösterilmeden  kullanılamaz.



 

 









1 yorum:

  1. Hocam tebrik ederim.Yıllar önce Zonguldak da öğrenciniz olmuştum......size facebook üzerinden mesaj gönderdim sanırım diğerleri kısmına gitti farketmeniz dileğiyle......iyi günler....

    YanıtlaSil